1. Dünya Savaşı Öncesi Ermeni Meselesi
Birinci Dünya Savaşı Öncesi Ermeni Meselesi
Balkanlar’da Osmanlı Devleti’ne bağlı çeşitli etnik unsurların (Sırplar, Bulgarlar, Rumlar vs.) ayrılıkçı faaliyetleri , XIX. yüzyılın en önemli sosyolojik olayı olan milliyetçilik akımı, Osmanlı tebaası olan Ermenileri de etkilemiştir. Ancak devlet tarafından kendilerine Millet-i Sadıka denilen bu etnik unsurun Osmanlı Devleti’ne karşı isyan noktasına gelmesinde rol oynayan asıl faktör Rus ve İngiliz kışkırtmalarıdır.
Çar Petro tarafından ortaya konan “Milli Rus Politikası” Rusya’yı sıcak Denizlere ulaştırma hedefi, Petro’dan sonra iş başına gelen bütün Rus çarları ve devlet adamlarının asla vazgeçmediği bir temel politika olmuştu. XVIII. yüzyılın başlarından itibaren Rusya, bu hedefe ulaşabilmek için her yola baş vurmuş, ancak hedeflediği amaca bir türlü ulaşamamıştı. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti’nin iyice sarsıldığını gören Rusya, 1853 yılında başlattığı Kırım Savaşı’nın sonunda da bu emelini gerçekleştirememişti. Fakat bu istikametteki çalışmalarından hiçbir zaman vaz geçmedi. Sıcak denizlere inmek için bu zamana kadar Balkanlar ve boğazlar yolunu zorlayan Rusya, bundan sonra Ermenileri de bu emellerine alet etmeyi düşündü. Doğu Anadolu’da kendi kontrolünde kurulacak bir Ermeni devleti Rusların Doğu Akdeniz’e ve Basra Körfezi’ne ulaşma yolu olabilirdi. İşte bu noktadan hareketle Rusya, Balkanlarda Osmanlı tebaası olarak yaşayan slav kökenli unsurları kışkırtarak, Osmanlı Devleti’ne karşı batıda oluşturduğu baskıyı doğuda da Ermenileri kullanarak oluşturmayı düşünüyordu. Doğu Anadolu’ya sızdırdığı ajanlarının gayret ve çabalarıyla bu isteğini gerçekleştirmekte fazla zorlanmadı. Ermeniler üzerinde, yüzyılın en etkili akımı milliyetçilik hareketinin etkisi yanında ayrıca dışarıdan gelen teşvik ve kışkırtmalar nihayet etkisini gösterdi. Bu etkili akımın ve propagandanın etkisinde kalan Ermeniler 1862 yılında Zeytun’da, 1863’de Van’da ilk ayaklanma girişimlerinde bulundular. Onlar aynı zamanda hızla teşkilatlanmaya başladılar. Gerek ayaklanmalarda gerekse örgütlenmede Ermeni din adamlarının çok önemli rol olmuştur.
Ruslar, Balkanlar’daki ve Doğu Anadolu’daki faaliyetlerinin sonuçlarını kısa bir süre sonra gördüler. Osmanlı Devleti’ne gerçeleştirilecek bir Rus saldırısında Balkanlar’da slav kökenli unsurlar, Kafkaslar’da da Ermeniler Rus askerlerine destek ve kılavuzluk gibi hizmetlere hazır hale geldiler. Tabi bu hizmetlerin karşılığında Rusya, Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenilere muhtariyet verilmesini sağlayacaktı. Önceden hazırlanan bu plan, 1877-1878 Osmanlı-Rus harbinde uygulandı. Bu savaşta Osmanlı orduları yenilince Rus kuvvetleri batıda İstanbul önlerine, doğuda da Erzurum’a kadar ilerlemişlerdi. Bu esnada Ermeniler, patrik Nerses Varjabedyan aracılığı ile “ya Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan kurulmasını ya da bu bölgenin Rus kontrolüne alınmasını” istediler. Oysa sözü edilen bölgede bütün hristiyanların müslümanlara oranı ancak 1/3 nisbetindeydi.
Savaştan sonra, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan Ayastefanos Anlaşması’nın 16. maddesine göre Osmanlı Devleti Ermeniler lehine ıslahatlar yapacak, Rusya bu düzenlemelerin güvencesi olacaktı. Rusya’nın Ermeniler aracılığı ile Mezopotamya’ya ve İskenderun’a inmek istediğini anlamakta gecikmeyen İngiliz hükümeti, bu tarihlerden itibaren zayıf ama etkili bir potansiyeli şişirerek kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya karar verdi. Bu maksatla İngiliz hükümeti önce, Ayastefanos Anlaşması’nı Berlin Anlaşmasıyla değiştirdi ve bu şekilde Rusya’nın güneye doğru sarkmasını mümkün olduğunca önlemek istedi. Berlin Anlaşması’nın 61. maddesi Ermeniler için yalnızca ıslahatı öngörüyordu. Oysa muhtariyet bekleyen Ermeniler hayal kırıklığı uğradılar. Durum böyle olmakla birlikte Ermeniler şimdi kendilerine İngiltere gibi yeni ve güçlü bir destekçi daha bulmuş oldular.
1877-1878 Osmanlı-Rus savaşına kadar bölgede zayıf bir Osmanlı Devleti’nin varlığından yana bir politika takip eden İngiliz hükümeti, bu savaştan sonra, bu politikasını değiştirdi. Zira artık mevcut zayıf Osmanlı Devleti İngiliz politikasının kendisinden beklediği fonksiyonu yerine getiremiyor, yani Rusya’nın güneye sarkmasına engel olamıyordu. İngiliz hükümetine göre bunu başarabilecek yeni tampon devlet ya da devletçiklere ihtiyaç vardı. Türkiye hakkında bu tasarılar içinde olan İngiliz hükümeti, bir yandan Balkanlar’daki istiklal hareketlerine olumlu bakarken, öte yandan Doğu Anadolu bölgemizde kendi himayesinde oluşturulacak bir Ermenistan’ın da ilerleyen zaman içinde oldukça işine yarayacağını düşünüyordu.
Berlin Anlaşması sonunda umduklarını bulamayan Ermenilerin, 1870’li ve 1880’li yıllarda teşkilatlanma ve ayaklanmalarında bir artış görüldü. Bu yıllar içinde Van, Siirt, Muş ve Adana gibi Doğu ve Güneydoğu vilayetlerimizde Ermeniler tarafından yürütülen faaliyetler, Kafkasya Ermenileri’nden ve Rusya’nın bölgedeki konsoloslarından büyük yardımlar görüyordu.
Bu meyanda Doğu Anadolu bölgemizde faaliyet gösteren Ermeniler tarafından Araratlılar, Mektep Sevenler, Kara Has, Anavatan Müdafıileri gibi isimler altında çeşitli cemiyetler kuruldu. Bunlardan daha radikal Ermeni teşkilatları olarak 1885 yılında Armenekon Partisi, 1887’de İsviçre’de Hınçak Komitesi ve kısa bir süre sonra Hınçak Komitesi’nden ayrılarak Kafkasya’da 1890 yılında Taşnaksutyun (Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği) cemiyetleri kurulmuştur. Taşnak Komitesi’nin 1892 yılında gerçekleştirdiği toplantısında Türkiye’deki Ermenilerin; silahlandırılması, silahlı eğitim yaptırılması, ileri gelen Türk devlet adamlarına suikastler tertiplenmesi ve büyük bir silahlı ayaklanma için hazırlıklar yapılması kararlaştırıldı.
Bir süre sonra yukarıda sözü edilen toplantıda Türkiye Ermenileri ile ilgili alınan kararlar uygulanmaya başlandı. Ermeniler tarafından yürütülen bu faaliyetler, Osmanlı hükümeti tarafından dikkatle takip ediliyordu. Nitekim merkezi Erzurum’da bulunan Anavatan Müdafileri Cemiyeti mensupları büyük bir ihtilal hazırlığına giriştiklerinden dolayı hükümet tarafından tutuklandılar. Teşkilatlanmalarını büyük ölçüde tamamlayan Ermeniler, 1880’li yılların sonlarında ve 1890’lı yıllarda Doğu Anadolu’da ve başkent istanbul’da bir çok eylemlerde bulundular. Hükümet, bu Ermeni faaliyetlerini yakından takip ederek her defasında olayları büyümeden önledi. Osmanlı hükümetinin bu tutumu Avrupa’da ve Rusya’da hoş karşılanmıyor ve onların tepkisine sebep oluyordu. Hatta bu tedbirler bir soykırım hareketiymiş gibi algılanmak istendiği için İngiltere, Rusya ve Fransa hükümetleri Osmanlı hükümetine 11 Mayıs 1895 tarihli bir muhtıra vererek, Berlin Anlaşmasında yer alan Ermenilerle ilgili ıslahatın gerçekleştirilmesini istediler. Hükümet, büyük ölçüde iç işlerine müdahale sayılacak nitelikteki bu muhtırayı dikkate almayarak reddedince, komitacı Ermenilerin isyanları devam etti. Ermenilerin bu istikametteki Bab-ı Ali yürüyüşü önlendikten sonra, yine onlar tarafından Ağustos 1896’da tertiplenen Osmanlı Bankası baskını da, önceden edinilen istihbarat sonucunda önlendi. Osmanlı Bankası baskını sonunda silahlı Ermenilerin rast gele açtıkları ateş sonucu halkın uğradığı can kaybı ve duyduğu telaş, müslüman halkın sabrını taşırmıştı. Bu gerginlik karşılıklı çatışmaya dönüşmüş, olaylar sırasında çok sayıda can kaybı olmuştu.
Şimdiye kadar yürüttükleri eylemlerde başarılı olamayan Ermeniler, kendilerine göre daha büyük eylemlere yöneldiler. 1904 yılında başlattıkları ikinci Sason isyanı, hükümet kuvvetleri tarafından bastırıldı. Sofya’da toplanan Taşnak Komitesi, İzmir ve İstanbul’da yeni olaylar çıkarma kararı aldı. Bulgaristan ve Yunanistan’dan tedarik edilen patlayıcı maddelerle yabancı temsilcilikler, önemli merkezler, köprüler ve geçitlerin tahribi planlandı. Ermenilerin en cüretkar teşebbüsü 25 Temmuz 1905’de Yıldız Suikastı diye bilinen Sultan II. Abdülhamid’e karşı giriştikleri suikast teşebbüsüdür. Sultanın arabasına yerleştirilen zaman ayarlı bir bomba, söz konusu tarihte sultanın Şeyhülislamla yaptığı görüşmenin planlanandan biraz uzun sürmesi nedeniyle Sultan Abdülhamid mutlak bir ölümden kurtulmuştur. Bu bombanın patlaması sonucunda çevrede bulunan pekçok insan ölmüş ve yaralanmıştır. Yürütülen soruşturma sonucu olayla ilgili olanlar tevkif edilerek cezalandırıldı. Bu soruşturmalar sırasında komitacıların İzmir’deki suç ortakları da yakalanıp, sabotaj planlan ortaya çıkarıldı.
İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra (1908), yönetimde etkili olan İttihatçılar, Ermeniler lehine ılımlı bir tutum sergilemeye başladılar (komitecileri serbest bırakarak hürriyet havasından onları da yararlandınmak vs.). Bunun sonucu olarak karşılıklı olumlu bir hava esmeye başladı. Görünürde hürriyetin her şeyi halledeceği söyleniyordu. Hakikatte asıl emellerinden asla vazgeçmeyen Ermeniler, bu atmosfer içinde birer vatanperver oluverdiler. Buna rağmen iki yüzlülüklerini sürdürüp, hürriyetin sağladığı ortamdan da yararlanarak her fırsatı kendi ayrılıkçı amaçları doğrultusunda değerlendirmeye devam ettiler. Ancak maskelerinin düşmesi pek fazla uzun sürmedi. Nitekim Ermeniler, 14 Nisan 1909’da Adana’da Piskopos Muşeg’in gayret ve teşvikleriyle isyan ettiler. İlk olaylar iki gün içinde yatıştırıldıysa da 25 Nisan’da başlayan ikinci ayaklanma Adana dışına taşarak devam etti. Bu şartlar altında Türkler mal, can ve namuslarını korumak için silaha sarılınca, meydana gelen çatışmalarda çok sayıda Ermeni öldü. Olayların tertipçisi Muşeg, İskenderiye’ye kaçarak canını kurtardı ise de, burada yalan, dolan ve fitne hareketlerine devam etti. Olayları abartılmış ve ters bir şekilde Avrupa’ya duyurdu. Avrupalıların bir müdahalesinden korkan İttihatçılar, onları tatmin etmek için soruşturmaya başlayıp, Ermenileri değil de kendilerini savunan Türkleri bulup cezalandırma yoluna gittiler. Bu suretle Sultan II. Abdülhamid devrinde kontrol altına alınıp geri plana itilmiş olan Ermeni meselesi, tekrar alevlenmiş bulunuyordu.
Ermeni komiteleri, bu tarihlerden itibaren yurt dışındaki faaliyetlerini de yoğunlaştırdılar. Gerek Taşnak Cemiyeti’nin Kopenhag’daki toplantısında (1910), gerekse Hınçak komitesinin 1913 yılında Köstence’de gerçekleştirdiği kongresinde, Türkiye ermenilerinin kendi isteklerini ve amaçlarını gerçekleştirmek için yasal yollara uymak zorunda olmadıkları beyan ettiler.
Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı sırada Osmanlı Devleti’ne karşı yine iki yüzlü tutumlarını sürdürdüler. Patrikhane ve Ermeni komiteleri, Osmanlı Devleti’nin İtilaf devletleri karşısında savaşa girmesi halinde tutumlarını belirlemek üzere yaptıkları toplantıda, hükümete sadık kalma kararı aldılar. Aldıkları bu kararla hükümete güven verirlerken, kendi amaçları doğrultusunda doğacak muhtemel bir fırsatı da en iyi şekilde değerlendirmek üzere bütün hazırlıklarını tamamlamaya çalıştılar.
Osmanlı Devleti, seferberlik ilan edince derhal harekete geçen Ermeni komiteleri, bütün şubelerine geçtikleri şifre telgraflarla ve gönderdikleri haberlerle şu direktifi verdiler: Türk ordusu ile Rus ordusu arasında savaş başlayınca, silahlı Ermeni çeteleri cephe gerisinde harekete geçerek, Türk ordusunu iki ateş arasında bırakacaktı. Türk ordusunda silah altında olan Ermeni asıllı askerlerin kaçabilenleri, silahlarıyla birlikte çetelere katılacaklar, kaçmayı başaramayanlar ise, İtilaf Devletleri lehine casusluk yapacaklardı.
Savaş başladıktan sonra, Osmanlı Devleti’nin bilahere savaşa girmesi üzerine Ermeniler, kendileri için kaçırılmayacak bir tarihi fırsatın doğduğu inancıyla faaliyetlerini yoğunlaştırdılar. Daha önce aldıkları kararlar doğrultusunda içerideki Ermeniler İngilizler, Ruslar ve Fransızlar için casusluk yaparken ve onların subaylarından aldıkları talimatlar doğrultusunda hareket ederlerken, Osmanlı sınırları dışındaki Ermeniler, İtilaf Devletleri tarafından silahlandırıldıktan sonra, intikam alayları oluşturarak Kafkasya ve İran sınırlarında toplanıyorlardı. Osmanlı hükümeti savaş kararı alınca içerideki Ermeniler ayaklanacaklar, dışarıdaki Ermeniler de Rus kuvvetleriyle iş birliği yaparak, Anadolu Türklüğünü perişan edip, tasavvur ettikleri hayallerini gerçekleştirmiş olacaklardı.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.