Laiklik
TÜRK İNKILÂBI’NIN TEMEL İLKELERİ (ATATÜRK İLKELERİ)
Laiklik
Laik kelimesi; Yunanca laikostan gelmektedir. Latince’ye laicus, Fransızca’ya laic, laique olarak intikal etmiş olan bu sözcük, Türkçe’ye de okunuş tarzına sadık kalınarak laik şeklinde geçmiştir.
Laik kelime olarak; ruhanî olmayan kimse, dînî olmayan şey, fikir, müessese, prensip demektir. Laik olmak; dünya işlerini, din işlerinden, dînî otoriteden ayrı olarak ele almak anlamına gelmektedir. Laisizm ve laiklik de bu kelime ile ilgili olarak ortaya çıkmış olan kavramlardır.
Bu anlamda laisizm; laik fikir akımlarının savunmasını üstlenmeyi ifade eder.
Laiklik ise; sosyal hayatta din kurallarına tabî olmayan hukuk anlayışını ifade eder. Halbuki gerçek anlamda laiklik; din ile devlet işlerinin ayrılması ve devletin vicdan işlerinin gerçekleşmesinde tarafsız kalmasıdır. Başka bir ifade ile, devletin Allah ile kul arasından çekilmesi ve dinin de devlet işlerine karışmaması, yani akıl ile imanın yetki alanlarının birbirinden ayrılmasıdır.
Laiklik kelimesi Osmanlı Devleti’ne Meşrutiyet yıllarında girmiş ve lâ dînî ve lâ ruhbanî şeklinde kullanılmıştır. Dolayısıyla bu dönemde, bu günkü modern anlamda olmasa da, din ve mezhep hürriyetinin tanınması noktasında, Osmanlı Devleti’nde laikliğe doğru bir yönelişin olduğu görülmektedir.
Laiklik; Millî Mücadele döneminde ortaya çıkan Millî Egemenlik prensibinin tabiî bir gereği olarak, Yeni Türk Devleti’nin temel ilkelerinden birisi olmuştur. Bu dönemde, siyasî, sosyal, hukukî ve ekonomik zorunluluğun bir sonucu olarak ortaya çıkmış olan laiklik, devlet idaresi ile birlikte, hukuk, eğitim ve dil alanlarını da kapsar.
Laiklik; Batı ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye’de de cumhuriyet ile birlikte pozitif hukuk alanına girmiştir. Bu olay, özellikle devlet idaresini ve toplumsal kurumları, dînî kuralların etkisinden tamamen uzaklaştırmıştır.
Atatürk’e göre din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanın emrine uymakta serbesttir. Dine saygı, inanan kişinin haklarına saygının bir sonucudur. Ancak, din işiyle devlet işini birbirine karıştırmamak gerekir. Atatürk’ü bu karara yönelten hususlar ise, başta II. Meşrutiyet döneminin düşünce yapısı ve Millî Mücadele sırasında karşılaşılan engellerdir. Özellikle bu dönemde, Millî Mücadele’ye karşı gerçekleştirilen isyanlar ve yayınlanan fetvalar, en başta Atatürk olmak üzere millî mücadele önderlerini, Türkiye’yi çağdaş ve modern bir devlet yapmanın gerekliliğine inandırmıştı. Bu çerçevede, daha bu dönemde din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak, dinin devlet üzerinde olabilecek baskısını ortadan kaldırmak ve dinin politikaya karıştırılmasını önlemek temel hedeflerden birisi olarak belirlenmişti. Bu sebeple, din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak, Yeni Türk Devleti’nin en belirgin özelliklerinden birisi olmuştur.
Atatürk, gençlik yıllarından itibaren bilimin ışığındaki çağdaş görüşleri benimsemişti. Başta çeşitli hurafeler olmak üzere, devlet ve milletin geri kalmasına sebep olan engellerin ortadan kaldırılması gerektiğine inanmaktadır. Ona göre, bu İslam dinine aykırı değildir. Tam tersine, bilim ve aklın gösterdiği yolu tutarak, çağdaş değerleri yakalamak ve milleti yükseltmek İslam dinine uygundur.
Bu çerçevede, Türkiye’de din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması amacıyla, devletin laikleştirilmesi öngörülmüş ve bunun için bazı çalışmaların gerçekleştirilmesi gerekmiştir. Bu maksatla, 3 Mart 1924 tarihinde; Halifelik ve Şer’iyye ve Evkaf Vekaleti kaldırılmış ve Tevhid – i Tedrisat Kanunu çıkarılmıştır. 10 Nisan 1928’de Anayasada yer alan “Devletin dini İslam’dır.” ibaresi çıkarılırken, 5 Şubat 1937 tarihinde de laiklik diğer Atatürk ilkeleriyle birlikte Anayasaya girmiştir. Böylece, Türkiye’de laikliğin önünde yer alan engeller ortadan kaldırılarak, Türkiye Cumhuriyeti resmen laik yapıda bir devlet haline getirilmiştir.
Atatürk’ün laiklik anlayışı, çağın gerçeklerine uygun bir yapıdadır. Çünkü devletin ayakta kalması ve güçlenmesi ya da toplumun geri kalmışlık halinden kurtarılması, çağdaş değerleri benimsemiş olmak ile yakından alakalıdır. Hiç şüphe yok ki, bu dönemde bütün bunların gerçekleştirilebilmesi için Batı teknolojisinin alınması gerekli idi. Bu ise, ancak laik bir düşünce yapısının benimsenmesi ile mümkün olabilirdi.
Atatürk’ün gerçekleştirdiği inkılâpların temelini teşkil eden laiklik, Türk Milleti’nin maddî, manevî ve fikrî yapısını modernleştirmeyi amaçlar. Bu dönemde, toplum hayatından hurafelerin atılması, din adına yapılan şahsî istismarların önüne geçilmesi vs alanlarında yapılan çalışmalar, milleti modernleştirme amacına yöneliktir. Bu çerçevede, yapılan düzenlemeler zaman içerisinde sosyal ve kültürel hayatımızı yeniden şekillendirmiştir.
Laiklik; devlet idaresinin dinin etkilerinden uzak tutulmasını öngörmüş ve aklı ve bilimin doğrularını esas alarak, devlet yönetiminin bu esaslar çerçevesinde gerçekleştirilmesini amaçlamıştır.
Laiklik ile, aynı zamanda hür düşünce güvence altına alınarak, toplum hayatına din hürriyeti getirilmiş ve kişiler de dînî inançlarında serbest bırakılmışlardır. Bu anlamda laiklik, kesinlikle din düşmanlığı ya da dinsizlik değildir.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.