Fâtih’in Dördüncü Doğu Seferi ve Otlukbeli Savaşı
Fâtih’in Dördüncü Doğu Seferi ve Otlukbeli Savaşı
Şehzade Mustafa ile Yusufca Mirza arasında vukubulan savaştan sonra, hem Osmanlı padişahı hem de Uzun Hasan, artık iki devlet arasında bir karşılaşmanın kaçınılmaz olduğunu gördüler. Diğer taraftan hem Osmanlılar, hem de Akkoyunlular açısından Karaman meselesi halledilmemiş idi.
Daha önce de anlatıldığı gibi, Uzun Hasan’ın Avrupa’da kendisine müttefik aramasını yakından takip eden Fâtih, Venedik’le Osmanlı devleti arasında süren mücadelenin sona ermesi için birtakım teşebbüslerde bulunmuş, İşkodra kalesi kumandanı aracılığı ile Venedik devletine sulh teklif etmişti. Venedikliler, çok ehemmiyet verdikleri Eğriboz adasının geri verilmesi şartı ile anlaşma yapabileceklerini bildirdiler. Bu yüzden Venediklilerle anlaşma yapamayan Fâtih, batıdaki düşmanlarının cesaretlerini kırmak için, Uzun Hasan’a kafi bir darbe vurulmasının şart olduğunu bilerek, askerî hazırlıklara hız verdi.
Uzun Hasan tam bu sıralarda Fâtih’e gönderdiği bir mektubunda devletlerarası nezaket ve teamüllere aykırı davrandığı ve Osmanlı padişahına herhangi bir bey gibi davranarak (hitap ederek), tazimde bulunmadığı gibi, Trabzon ile Anadolu’nun kendisine verilmesini istedi. Bu mektuba fena halde içerleyen Fâtih Sultan Mehmed, gönderdiği cevapta, daha önce Trabzon seferi sırasında, annesi Sârâ Hatun’a hürmeten pençe-i gazabından kurtulduğunu, fakat bir türlü uslanmadığını belirttikten sonra; “Elçimiz ok, lafımız kılıçtır!” diyerek, kendisini ilkbaharda karşılaşmaya davet etmiştir. Fâtih’in bu mektubu aynen şöyledir:
“Bismillâhirrahmânirrahîm. Ve bihî nesta’în. Hazâ kitabıma yentıku ‘aleyküm bi’l-hakkı innâ künnâ nestensihu mâ-küntüm ta’melun. Allahümme mâlike’l-mülki tü’ti’l-mülke men-teşâ’ü ve tenzi’u’l-mülke mimmen-teşâ’; ve tü’ızzü men-teşâ’ü ve tüzillü men-teşâ. Esselâmii ‘alâ-men-ittebe’a’l-hüdâ. Hâliku’l-kevneyni ve râziku’s-sekaleyn -cüllite kudreîühû ve ‘ullite hikmetühû- hazretlerinin ben kulu,* ki, vâliyü’l-bilâd, hâmi’ü’l-‘ıbâd, muhyî-i sünnet-i Rasûlillah ve mücrî-i şeriat-ı Nebiyyillah -aleyhi ve alâ âlihî salavâtullah-, Şah-ı Serverân, Sultan Mehemmed bin Sultan Murad bin Sultan Mehemmed bin Sultan Bayezid Hân’ım. Sen ki, serdâr-ı Acem, Hân-ı âzam, Keyhusrev-i yegâne, Ferîdûn-ı zamane Hasan Han’sın. “Misâl-i şerifimde böyle isdâr büyürdüm ki, agâh olasın, kişi devlete mağrur olup haddinden tecâvüz edip bî-insaflar harekâtın kılmak dâmet-i intikâl-i devlet ve imâret-i zevâl-i memlekettir. Pes ol vesâvîs-i şeytâniyye kim dimağın cevfini makarr edinmiştir. İstinşâk-ı mâ-i inâbet-birle ânı zail ve akl u im’ânmı pişvâ edinesin ki, bizim memleketimiz dârüsselamdır. Ebâ-an-ced, devletimiz çerâğı küfür ehlinin yüreği yağı ile rûşendir. İslâm ehline eğer yavuz kasdm var ise, a’dâ-yı devlet ve şeriattan bu’zı sensin ve sana mutâbaat edip muavenet edenlerdir. Pes bizim dahî, ol taifenin kam’ı kasdma atımız eyerlenmiştir. Ve kılıcımız kuşanılmıştır. Bilmedim veya gafil idim demeyesin. Hiç sen beri gelmek hacet değildir. Şevvâl-i mübârekede ümmet-i meyâmine fettâh-ı zevi’l-mennân düsturuyla leşker-i mansûrum-Lirle, Kal’a-i Karahisar’m üzerine vararm. Şol kasda ki, Kahhâr-ı Cebâbîre tekaddesat semâ’u ben kulunu sebep kılup, senin zulmünü mazlumlar üzerinden götürem. Ve nâm u nişanını nâ-bedîd kılam. Bi’l-cümle tatvîl-i kelâm lâzım değildir. Misâl-i meymûneme cevâp gönderesin, vesselâmu ‘alâ-men-erâdenî bi’l-hayri ve’l-hamdülillâhi vâhibü’n-nusra ‘alâ-hayri’l-halkı ve ‘azimî’l-halkı Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecma’în ilâ yevmi’d-dîn”.
Bu sıralarda, Macaristan, Boğdan ve Arnavutluk cephesinde de düşmanlarıyla savaşan Fâtih Sultan Mehmed, şimdiye kadar yapacağı seferler hakkında takındığı ketum davranışı bırakarak, Uzun Hasan’ı açıkça savaşa davet ediyordu, onun bu davranışında, seferin bir Türk-İslâm devletine karşı yapılmasının ve dökülecek kanın kardeş kanı olmasının önemi büyüktür. Zulüm ve taaddîsi ile İslâm ahali ve devletlerine zarar ve ziyan eriştirdiği için din ulemasından da fetva alan padişah, İslâm alemine de haklı bir gerekçesi olduğunu bildirmek istiyordu.
İstanbul’da hummalı bir sefer hazırlığı sürdürülüyordu. Anadolu ve Rumeli beylerbeylerine, askerin Bursa Yenişehiri’nde toplanması için fermanlar gönderilmişti. İstanbul’da aktedilen bir toplantıda Uzun Hasan topraklarının yağması ve tahribi kararlaştırılmıştı. Tanınmış akıncı beylerinden Mihaloğlu Ali Bey Sivas tarafına, kardeşi İskender Bey de Kayseri üzerine gönderilmişti. Bali Bey’e ise Niksar subaşılığı verilmişti. Rumeli’de toplanan askerler, Gelibolu üzerinden Bursa Yenişehiri’ne geldiler. Mart’m başlarında Üsküdar’dan hareket eden padişah, İstanbul’un ve Rumeli’nin muhafazası için, oğlu Cem Sultan’ı Edirne’ye göndermişti. Muhtemel bir Venedik saldırısı için, boğazları savunmak maksadıyla, Osmanlı donanmasını da Çanakkale’ye yollamıştı. İstanbul’un sur kapılarının üçü dışındakiler tamamen ördürülmüştü.
Padişah ordugaha geldiğinde, Has Murad Paşa komutasındaki Rumeli askerleri orduya katıldılar. Hemen hareket eden orduya, şehzade Mustafa ile Anadolu beylerbeyisi Davud Paşa, Beypazar’ında askerleri ile iltihak ettiler. Fâtih Sivas’ta ordusuna yoklama yaptırdı ve yüzbin kişiyi bulan kuvvetleri, Erzincan’a doğru ileri harekâtına doğru devam etti. Ancak Uzun Hasan’m ordusu ortalarda görünmüyordu.
Uzun Hasan Tebriz’den çıktıktan ve Ucan’da askerlerini yokladıktan sonra, Fırat boylarına doğru hareket etmişti. 70.000 kişiyi bulan Akkoyunlu ordusu 1473 Temmuz’unun sonlarına doğru, Fırat’ın sol sahillerine gelmişti. Rumeli beylerbeyisi Has Murad Paşa ile vezir-i âzam Murad Paşa kumandasında ileri gönderilen Osmanlı kuvvetleri, Fırat’ın sol kesiminde görülen Akkoyunlu askerlerini asıl ordunun öncüleri sanıp, bu tarafa geçecekleri zannı ile erken davranıp nehri geçmişlerdi. Mahmud Paşa ile aralarında anlaşmazlık bulunan Rumeli beylerbeyisi Has Murad Paşa’nın bu tedbirsizliği, Osmanlı askerlerinin mağlubiyetine, kendisinin de esaretine sebep oldu. Esir edilenler arasında Turahanoğlu Ömer Bey ile II. Bayezid devrinde vezir olan Fenârîzâde Ahmed Paşa da vardı.
Zaferin kazanılmasından sonra, büyük oğlu Uğurlu Mehmed’in, Osmanlı ordusunun üzerine derhal saldırılması teklifi, Uzun Hasan tarafından reddedilmişti.
Niksar’da Uzun Hasan’ın saldırısına uğrayan Osmanlı akıncıları, bunları hemen püskürttüler. Koyulhisar ve Şebinkarahisar’ı ele geçiren Osmanlı ordusu, Erzincan’a vardı. Burada beşbin kişilik bir Akkoyunlu ordusu, aynı sayıdaki Turahan Bey’in kuvvetlerince mağlup edildi. Osmanlı ordusu Tercan’a vardığı sırada, dağlara sığınmış olan binlerce ahali gelip teslim oldular. Fırat’ı takiben doğuya doğru hareket eden Osmanlı ordusunun ordugah kurduğu Pekeriç düzlüğü karşısında, Fırat’ın güney yakasında Akkoyunlu kuvvetleri görülmeye başlandı. Osmanlı ordusu, Bayburt’u sağda bırakarak, kuzeyden Trabzon yolunu emniyet altına almak suretiyle, bu yolu tuttuktan sonra, Erzincan’ı Kelkit suyundan ayıran Üç Ağızlı mevkiine geldiği sırada, Uzun Hasan ordusunun, Fırat vadisini Çoruh kaynaklarından ayıran bir dağ olan Otlukbeli tepelerini tuttuğu görüldü.
Fırat zaferinden sonra, Osmanlı ordusunda baş gösteren bozgun ruhundan yararlanmak isteyen Uzun Hasan, Osmanlı askerlerinin sarp dağlarda tabiata karşı yıpranmalarını düşünüyordu. Gerçekten de, savaşa girip girmemede tereddüt gösteren Osmanlı ordusunun ancak sekiz günlük yiyeceği kalmıştı. Osmanlı ordusunun iyice yorulduğunu anlayan Uzun Hasan, nihayet oğullarının ısrarı ile Otlukbeli’de savaşı kabul etmişti. Buna karşılık Fâtih Sultan Mehmed de ordunun moralini düzeltmek ve harp kabiliyetini artırmak için bir dizi sert tedbirler almaktan geri kalmamıştı.
Gavurİshak Bey kumandasındaki Akkoyunlu kuvvetleri tepelerde görününce, Fâtih ordusunu hemen harp nizamına soktu.
Sağ kola şehzade Bayezid’i, sol kola da şehzade Mustafa’yı tayin etti. Bayezid’in emrinde Rumeli askerleri ile kırk sancak beyi vardı. Mustafa’nın maiyyetinde ise 24 sancak beyi ile Anadolu askerleri bulunmakta idi. Kendisi ise, ortada yeniçerilerin hemen arkasında yer almıştı. Sağında ve solunda sipahiler ve silahtar bölükleri yerleşmişti.
Gavur İshak’ı karşılamakla vazifeli kılman Davud Paşa, süratle ileri atıldı. Vezir-i âzam Mahmud Paşa da birlikte bulunuyordu. Gavur İshak’ın birliklerini ovaya indirmediği gibi, iniş yollarını keserek tepeye tırmanan Davud Paşa, onu asıl Akkoyunlu ordusuna doğru geri attı. Davud Paşa, düzlüğe çıktığı sırada, Uzun Hasan’ın sağ koluna kumanda eden Zeynel Bey’in hücumu ile karşılaştı. Hemen savaş nizamı alan Davud Paşa kuvvetleri ile Zeynel Bey kuvvetleri arasında şiddetli bir savaş başladı. Davud Paşa’nın, kısa bir süre dahi olsa, üstün kuvvetlerle gelen Zeynel Bey’in önünde dayanması, Fâtih ve şehzadelerinin savaş meydanına çıkmaları için zaman kazandırdı. Düzlüğe çıkan şehzade Mustafa, Davud Paşa’nın yardımına koşup, taze kuvvetleri ile Zeynel Bey’i perişan etti. Tepelerden ovaya doğru hızla inen Osmanlı askerleri, Uzun Hasan’ın bütün ordusunu telaşa düşürmüştü, şehzade Bayezid tarafı da savaşa girince çarpışma daha şiddetlendi.
Çılgınca savaşa giren Kör Zeynel, Osmanlı azaplarının arasında katledildi. Kesilen başı azapların ağası Mahmud Ağa tarafında şehzade Mustafa’ya gönderildi. Şehzade de babasına ulaştırdı. Zeynel Bey’in öldürülmesi ve maiyyetinin dağılması, Osmanlı askerlerinin gayretini artırdı. Şehzade Mustafa ile Davud Paşa, kaçan Akkoyunluları takip ile, merkezde bulunan Uzun Hasan’ın üzerine saldırdılar. Diğer taraftan Bayezid’in hücumuna dayanamayan Uğurlu Mehmed de geri çekilmişti. Yerine bıraktığı Mehmed Bakir kumandasındaki askerler ise çabucak dağıldılar.
Uzun Hasan, oğlu Zeynel’in öldürülüp Uğurlu Mehmed’in savunduğu hattın da dağıtıldığını görünce, savaşın akıbetini anladı. Bu arada, bir tepeden savaşı seyreden Fâtih, yanında bulunan yirmibeş bin kişilik ihtiyat askerlerinden bir kısmını Uzun Hasan’m üzerine şevketti. Bu son darbe, Akkoyunlu hükümdarını perişan etti. Sol taraftaki durumun da iyice aleyhine döndüğünü gören Uzun Hasan, karşı koymanın imkansızlığını tam olarak anladı. Kendisine çok benzeyen Alpagod Pir Mehmed Bey’i yerine bırakarak kılık değiştiren Uzun Hasan, süratle geriye doğru kaçmaya başladı. Alpagot Pir Mehmed kısa zamanda yakalandı. Akkoyunlu hazinesi ile Osmanlı padişahının huzuruna getirildi. Bunlar arasında sancak, mehter ve cebehâne de bulunuyordu. Nihayet Uğurlu Mehmed’in de firara başlamasıyla, Osmanlı askerleri müthiş bir takip ve kıyıma başladılar. Öğleden akşamın geç saatlerine kadar yaklaşık sekiz saat süren mücadelede ellibinden ziyade insan telef oldu. Alman esirler zincire vurularak Fâtih’in huzuruna getirildiler. Bu esirleri İstanbul’a sevkeden padişah, Akkoyunlu hükümdarına esir düşüp buraya getirilmiş olan Karakoyunluları affederek memleketlerine geri gönderdi. Ulema ve sanat erbabını ise affetti (Ağustos 1473).
Otlukbeli’nde iki ordu kıyasıya vuruşurlarken, Uzun Hasan’ın müttefiki olan Venediklilerin; Papalık, Aragon, Kıbrıs ve Rodosluların katılımlarıyla meydana getirdikleri kalabalık bir donanmayı Mocenigo kumandasında Ege denizine gönderdikleri haber alınmıştı. Antalya, İzmir ve Midilli limanlarını tahrip ve yağma eden haçlı donanması, Türkleri olduğu gibi hristiyanları da kılıçtan geçirmiş, özellikle İzmir’de büyük bir vahşet ortaya koymuştu. Zaferin Osmanlılar lehine neticelenmesi üzerine Ege denizinden kaçarcasına çekilerek, Akdeniz’e açılmış ve izlerini kaybettirmişlerdi.
Uzun Hasan ve diğer Akkoyunlu askerleri bir süre takip edildi. Fâtih daha fazla takip edilmemelerini istedi. Zaferi müteakip üç gün Otlukbeli’nde kalan padişah, geri dönüş hazırlıklarına başladı. Fâtih’in bu büyük savaşı kazanması üzerine, hisar kumandanı Dârâb Bey Purnak, Şebinkarahisar’ı Osmanlı padişahına teslim etti. Kendisine taltîfen Çirmen sancağı verildi. Bu arada Uzun Hasan tarafından, tanmrruş bir alim olan Mevlana Ahmed Bekrüci elçi olarak, Fâtih’in huzuruna gönderildi. Uzun Hasan her isteğin kabul edileceği kaydıyla sulh talebinde bulunuyordu. Elçiyi kabul eden padişah, bir daha Osmanlı topraklarına tecavüz etmemesi ve Karahisar’ı bırakması şartı ile sulhu kabul etti. Uzun Hasan, daha sonra aynı elçiyi İstanbul’a göndermiş ve sulhun ikmâli ile bundan sonra Osmanlı topraklarına saldırmayacağını bildirmişti.
Bütün bu taahhütlerine rağmen, Uzun Hasan’m bir süre sonra Avrupa’daki müttefiklerini yeniden Osmanlılar aleyhine kışkırtmaya başladığı gözlenmiştir. Bu yüzden, Fâtih, Hüseyin Baykara’ya gönderdiği bir mektupta, Uzun Hasan’ı ortadan kaldırmak için birlikte hareket edilmesini teklif etmiştir. Daha sonraki tarihlerde Uzun Hasan’ın ölmesi ile, onun nüfuz sahasına giren Gümüşhane-Trabzon yolu üzerindeki Torul Rum hakimi ortadan kaldırılıp, Trabzon sancağı hududundaki alınmamış yerler zaptedildi. Kuzeyindeki bütün Anadolu’yu Osmanlı devletine bağlamıştır. Bu zafer aynı zamanda Osmanlı devleti ile uğraşan batı hristiyanlarına da tam bir gözdağı olmuştur.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.