2. Bayezid’in Dimetoka’ya Hareketi ve Ölümü
2. Bayezid’in Dimetoka’ya Hareketi ve Ölümü
Saltanatı, üzücü, yorucu ve sarsıcı birçok hadiselerden sonra oğlu Selim’e terkeden II. Bayezid, Topkapı Sarayı’ndan ayrılarak, Eski Saray’a geldi. Burada bir müddet kaldı. Yanında eski Rumeli beylerbeyisi Yunus Paşa ile defterdar Kasım Çelebi olduğu halde, hayatının son günlerini geçirmek üzere Dimetoka’ya gitmek istedi. Selim, kendisine yıllık 20 yük (2 milyon) akçe maaş tayin ederek gitmesine izin verdi. Hatta, Eski Saray’dan araba ile ayrılan babasını, yanısıra yaya yürüyerek Edirnekapısı’na kadar uğurladı ve yol boyunca nasihatlerini dinledi.
İstemediği halde tahtından indirilerek üzgün bir halde yola çıkan II. Bayezid, Dimetoka’ya varmadan, yolda Edirne civarında, Hafsa’ya bağlı Abalar köyünde vefat etti (10 Haziran 1512).
Derhal tekfin edilen cenazesi, Yunus Paşa tarafından ertesi günü, Burgaz’a, daha sonra da Babaeski üzerinden Arablu’ya getirildi; 13 Haziran’da buradan yola çıkarılan cenaze, Hüsambey çiftliği yanında, İstanbul’dan gelecek emri beklemiş, daha sonra, başta siyah semlere bürünmüş padişah olmak üzere devlet erkanı tarafından karşılanmıştır. Fâtih Camii’nde cenaze namazı kılındıktan sonra, Türk adeti üzere tertiplenen bir merasimle kendi yaptırdığı camiin türbesine gömülmüştür. Türbesini oğlu Selim inşa ettirmiştir.
II. Bayezid’in ölümü de Fâtih Sultan Mehmed’in ölümü gibi daima tartışma konusu olmuştur. İstanbul’dan, üzüntü içinde ve hastalıktan ileri gelen bir halsizlikle araba ile ayrılmış idi. Yolda zehirlenerek öldürüldüğüne dair devrin kaynaklarında birbirlerini doğrulayan pek çok ifadeler yer almaktadır. O tarihlerde, İstanbul’da bulunan bazı Venedikli müellif ve elçilik görevlileri, II. Bayezid’in oğlunun emri ile zehirletildiğini eserlerinde yazmışlar ve Senato’ya gönderdikleri raporlarında bunu açık olarak ifade etmişlerdir.
Bu müelliflerin verdikleri haberlere göre, Çorlu’ya gelindiğinde, II. Bayezid, Ustrahin veya Hamen ismindeki yahudi tabip tarafından zehir verilmek suretiyle suikast icra olunmuştur. Bu Batılı yazarlar, bu işi, tahtını kendisine bırakmasına rağmen, onun yaşamasına razı olmayan Selim’in bizzat kararlaştırdığını yazmaktadırlar. Tabip, ilacı padişaha vermeden önce, itimat telkin etmek için, mukabil tedbirini aldığı zehirden önce kendisi içmiş, daha sonra da padişaha içirmiştir. Padişahın hizmetkarlarına da, içecek birşey vermemeleri için tenbihte bulunmuş, yalnızca terlemesi için üzerinin örtülmesini emretmiştir.
Osmanlı kaynaklarında da, bu zehirlenme hadisesine temas eden açık kayıtlar bulunmaktadır. Kemal Paşazade, yahudi tabibin ismini vermeden zehirlenme keyfiyetinden bahsetmektedir. Müteakiben Keşfî, ölüm durumunu daha açık bir şekilde tasvir etmektedir. Bu müellif, bir sabah birdenbire rengi solarak hastalanan II. Bayezid’in başının titremeye ve vücudunun yanmaya başladığını, aynı zamanda dudaklarında uçuklar hasıl olduğunu ve başına müthiş bir ağrı girdiğini, bu yüzden de delirme alametlerinin görüldüğünü zikretmektedir. Aynı hususu, eserini Arapça yazan Mustafa Cennâbî de teyit etmektedir.
Bu tarihçinin ifadesine göre, padişahın abdest suyuna zehir katılmış; abdest aldıktan sonra, sakal kılları düşmüş ve kısa bir süre sonra da vefat etmiştir.
II. Bayezid’in ölüm hadisesini, Tarih Dergisinde (XXIV, 1-16) bir makale ile açıklığa kavuşturan hocamız sayın Şehabeddin Tekindağ, yukarıda çok kısa hülasa edilen bilgilere dayanarak, çok sert bir karaktere sahip olan ve tahta geçmek için her çareye başvuran Selim’in, Rumeli beylerini etrafına toplayarak, Anadolu’ya hakim olan şehzade Ahmed’in kendisine karşı birleşme endişesinden dolayı bu yola başvurmuş olabileceğini ifade etmektedir.
Ancak, devrin, herkesi tedirgin eden büyük hadiseleri ve bunları, büyük bir dirayet göstererek bertaraf eden Selim’in büyük işler başarması haklı olarak bu hadiseyi unutturmuş olabilir.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.