Azınlıkların Faaliyetleri ve Ayrılıkçı Cemiyetler
AZINLIKLARIN FAALİYETLERİ VE AYRILIKÇI CEMİYETLER
1. Rumlar ve Faaliyetleri
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın hükümlerinin İtilaf Devletleri tarafından, mütarekeden hemen sonra uygulanmaya başlaması, Türkiye’de yaşayan azınlıkların faaliyetlerini yoğunlaştırmasına zemin hazırladı. İstanbul’daki Rum Ortodoks Patrikhanesi, Yunanistan’ın desteği ile bu zararlı faaliyetlerin merkezi haline gelmişti. Başkentteki Rumlar, İttihad-ı Milli adında bir Rum Cemiyeti kurdular. Ayrıca İtilaf Devletleri donanmasının İstanbul’a gelişi de burada yaşayan Rumları daha cesaretlendirmişti. Rumlar bir yandan ev ve iş yerlerini Yunan bayraklarıyla donatırken, diğer yandan İtilaf Devletleri donanmasındaki Yunan baş gemisi Averof zırhlısını adeta kutsal bir ziyaretgâh haline getirmişlerdi.
Ayasofya’yı tekrar kilise haline getirme düşüncesi içinde olan Rumlar, yüksek fiyatlarla mabed etrafındaki ev ve arsaları alıp, iskân etmeye yönelmişlerdi. Bu tehlikeyi sezen hükümet, Ayasofya civarındaki mülklerini satmak isteyen Türklerin bu mülklerini satın aldı. Ayrıca herhangi bir Rum taşkınlığını önlemek üzere de, bir askeri birliği mabedin etrafına yerleştirmek suretiyle bu sinsi oyunun gerçekleşmesini önledi. Bunlar dışında Rumlar, bir takım cemiyetler kurarak, amaçlarına ulaşmaya çalışıyorlardı. Bu cemiyetlerden en faal olanları Mavri Mira ve Pontus Rum Cemiyetleriydi.
a) Mavri Mira Cemiyeti
Mavri Mira Cemiyeti’nin amacı; İstanbul, Trakya, ve Batı Anadolu’yu Yunanistan’a ilhak etmenin zeminini hazırlamaktı.
Patrikhane, din adamları ve Yunan hükümeti destekli bu cemiyet, silahlı çeteler oluşturarak tethiş hareketlerine girişmişti. Rusya’dan Türkiye’ye göçmen olarak gelen Rumlara insani yardım maskesi altında Yunan hükümeti, Yunan Kızılhaçı vasıtasıyla bu çetelere silah ve cephane sevk ediyordu. Mavri Mira Cemiyetine bağlı Rum çeteleri, başta İstanbul olmak üzere Marmara ve Ege bölgelerimizde katliam, baskı, hırsızlık gibi akla gelebilecek her türlü insanlık dışı davranışlarda bulunarak Türkleri başka yere göçe zorlamışlardır. Rumlar adına Eremeni Patriği ile birlikte, İtilaf Devletlerinin barış müzakerelerini sürdürdükleri Paris’e giden Rum Patrik “Locum Tenens” İnebolu’dan Muğla’ya kadar kuzey-güney istikametli bir hattın batısında kalan Anadolu topraklarının kendilerine verilmesi talebinde bulunmuştur. Gerçekte Rumların bu tutumu Yunan “Megalo ideası”sının ta kendisiydi.
b) Pontus Rum Cemiyeti
Rum çetelerinin en iyi teşkilatlanmış ve en tehlikelisi, İstanbul’daki Pontus Cemiyeti tarafından idare edilenleriydi. Pontusçu Rumların amaçları ise, Batum’dan İnebolu’ya, Gümüşhane’den Amasya’ya kadar Karadeniz kıyıları ile daha iç kesimlerdeki illerimizi içine alan coğrafyada bir Pontus Rum Devleti kurmak ve daha sonra buraları da Yunanistan’la birleştirmekti. Karadeniz bölgemizde yaşayan Rum gençlerinde Pontusçuluk fikrinin oluşmasında Merzifon Amerikan Koleji’nin rolü olmuştur. Pontus çeteleri Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon gibi sahil şehirlerimizle bu şehirlerimize bağlı diğer yerleşim birimlerinde ve iç kesimdeki il, ilçe ve köylerimizde Mavri Mira çetelerinin Batı Anadolu’daki eylemlerine benzer eylemlerde bulunmuşlardır.
1919 yılının sonlarına doğru faaliyetlerini Anadolu’da sürdürmekte olan küçüklü büyüklü bütün Rum teşekkülleri Mavri Mira Cemiyeti’nin çatısı altında birleştirildi. Aralarında iş bölümü yapılarak, “Yunan Megalo İdiası” doğrultusundaki faaliyetlerine hız verdiler.
2. Yahudiler ve Faaliyetleri
Mondros Ateşkes Anlaşması’ından sonra Osmanlı Devleti’nin, o zamana kadar sadece himmetine ve himayesine mazhar olmuş Yahudiler de dostça ve dürüst davranmamışlardır. Nitekim İstanbul’daki Yahudiler, Rumlar’la beraber çalışmayı kabul edip, her iki azınlığın dini merkezleri Hahamhane ile Patrikhane barış konferansına sunulmak üzere birlikte bir muhtıra hazırlamışlardı. Filistin toprakları, artık İtilaf Devletleri’nin işgali altında olduğu için, Yahudiler, Osmanlı Devleti’nden toprak talebinde bulunamıyorlardı. Ama onlar yine de gerek Hahambaşı Naum Efendi’nin başkanlığında yürütülen faaliyetlerle, gerekse kurdukları Makabi adlı cemiyetleri aracılığıyla, ticari alandaki avantajlarını sürdürmeye ve seslerini duyurmaya çalışıyorlardı.
3. Ermeniler ve Kurtuluş Savaşı’na Kadarki Faaliyetleri
Anadolu’nun Türkler tarafından fethinden sonra burada yaşayan Ermeniler için yepyeni bir dönem açılmıştı. Hristiyan âlemi ortaçağın karanlığında boğuşurken, İslâm dünyası insani değerlerin güzelliklerini yaşıyor, hakimiyeti altındaki insanlar da bu hoşgörü ortamından en üst seviyede yararlanıyorlardı. Böyle bir dönemde Türkler’le tanışan Ermeniler, Anadolu’da Selçuklular idaresinde ve 19. yüzyılın ikinci yarısının sonlarına kadar Osmanlılar idaresinde de huzur ve güven içinde varlıklarını, dil, din ve kültürlerini sürdürmüşlerdi. Anadolu’dan hac görevini yerine getirmek üzere Mekke’ye ve Medine’ye doğru yola çıkan bir Türk evini barkını Ermeni komşusuna emanet ederek uzun süreli yolculuğuna çıkabiliyordu. İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, şehirde Rum patrikliği yanında bir de Ermeni Patrikliği kurdurmuş, bu suretle Ermeniler Bizans idaresinde sahip olmadıkları dini hürriyetlerine kavuşmuşlardır. Hatta diğer azınlıklara nazaran Türklerle daha fazla kaynaşıp, anlaşarak devletin güvenini kazanmışlardı. Tarım, ticaret ve kuyumculuk gibi işlerle meşgul olup zenginleşen Ermeniler, Türklerden daha rahat bir hayat yaşamışlardır.Yüksek devlet memurluklarına ve elçiliklere atandılar. Milletvekili, hatta bakan bile oldular. Devlete gösterdikleri bu sadakat dolayısıyla (19. yüzyılın ikinci yarısına kadar) Osmanlı yöneticileri tarafından kendilerine “Millet-i Sadıka” denmişti. Nitekim Osmanlı Devleti’nin tebaası olan diğer Hristiyan unsurlar hep ayrılıkçı hareketlere giriştikleri halde, Ermeniler bu istikamette en son harekete geçen etnik unsur olmuştur. Daha doğrusu güçlü devletler, kendi çıkarları doğrultusunda onları bu yola sürüklemişlerdi.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.