Bütünleyici İlkeler – Milli Egemenlik
Millî Egemenlik
Millî Egemenlik Nedir?
Egemenlik (Hakimiyet); egemen olma, hakimlik, üstünlük, amirlik, manalarına gelir ve hükmeden, buyuran, buyruğunu yürütebilen üstün gücü ifade etmek için kullanılır. Egemenlik, devlet kudretinin bir vasfıdır. İç hukukta en üstün kudreti, milletlerarası hukukta da bağımsız bir gücü anlatır.
Millî egemenlik ise; bir milletin kendi kaderine hakim olarak, kendi geleceğini tayin etme gücünü elinde bulundurması demektir. Yani bir milletin kendini idare etmesi, kendine hükümet edecek heyeti seçmesi anlamına gelir. İç görünüşü itibarıyla demokratik rejimi, yani egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu ortaya koyarken, dış görünüşü ile de milletin özgür ve bağımsız yaşamasını, yani dışa karşı millet birliğini ve bütünlüğünü ifade eder.
Millî egemenlik düşüncesi; ilk defa 18. yüzyılda Fransız düşünürü Jean Jaques Rousseau tarafından ortaya atılmış ve bu yüzyılda, despot hükümdarlara karşı, fertlerin hak ve hürriyetlerini gerçekleştirip, teminat altına almak için girişilmiş olan mücadele ile başlamıştır. Ancak, bu fikrin ortaya çıkması yani halkın da yönetime katılarak, hükümdarın gücünün sınırlanması işi, 1215 tarihli Magna Cartaya kadar dayanır.
Millî egemenlik, bir kişi veya sınıfın egemenliğinden uzak olarak, milletin kendi yönetiminde söz sahibi olması anlamına geldiğinden, milletin genel iradesinin ortaya konulmasını sağlar ve iktidarın, kayıtsız şartsız millete ait olmasını ifade eder. Millî egemenlik anlayışında millet, kendisini oluşturan fertlerden ayrı, onların üstünde bir kişiliğe, bir iradeye sahiptir ve egemenlik bu kolektif kişiliğe aittir.
Millî egemenlik, millet iradesini hakim kılması münasebetiyle demokrasinin temel şartıdır. Bu sebeple, bütün demokratik ülkelerde en üstün kuvvet ve devlet yönetimi konusunda belirleyici unsur olarak, devlete yön verirken, aynı zamanda devlet fonksiyonlarının oluşmasını da sağlar.
Millî egemenlik, insanlık tarihinde başlı başına kuvvet kaynağı olan ve kuvvet doğuran fikirlerden birisi olarak, devletlerin yapısını değiştirebilecek ve tarihin akışını etkileyebilecek kadar etkilidir. Dolayısıyla, insanlık tarihi açısından büyük öneme sahiptir.
Atatürk’ün Millî Egemenlik Hakkındaki Düşünceleri
Atatürk’e göre egemenlik, devlet kavramının özünde var olan siyasî bir nüfuz olup, milleti dışta temsil ve başka milletlere karşı savunma yetkisini içeren bir güçtür.
Atatürk, millî egemenliği ise; bağımsızlık ve demokrasi olarak algılayarak, emperyalizme, istibdada ve esarete karşı, milletin haklarını savunmak olarak değerlendirmiştir.
Atatürk’e göre millî egemenlik, devlet ve milletin mukadderatında amil ve hakim unsur olması gereken bir değerdir. Çünkü millî egemenlik, adaletin, eşitliğin, hürriyetin dayanağı ve milletin namusu, haysiyeti, şerefidir. Bu sebeple Atatürk, millî egemenlik prensibini devletin temel unsurlarından birisi haline getirmeye çalışmıştır. Bundan amaç ise; siyasî, sosyal ve ekonomik yönden, yabancı etkilerden uzak, millî iradeden oluşmuş bir toplumun meydana gelmesini sağlamaktır.
Sadece bununla da yetinmeyen Atatürk’e göre, cemiyette en yüksek hürriyetin, en âli müsavatın, adaletin, istikrarın temini ve korunması, ancak tam ve katî manasıyla Millî Egemenliğin gerçekleşmiş bulunmasıyla kaimdir. Dolayısıyla O millî egemenliği, bu öneminden ve devletimizin ebem-i müddet olması, memleketimizin kuvvetlenmesi, milletimizin refah ve mesudiyeti ile hayatımız, namusumuz, şerefimiz, istikbalimiz, bütün mukaddesatımız ve nihayet her şeyimiz için behamahâl en kıskanç hislerimizle, açık teyakkuz ve intibahlarımızla ve bütün kuvvetimizle muhafaza ve müdafaa etmemiz gereken bir değer olarak görmüştür.
Yukarıdaki sözleriyle, millî egemenliğin bir millet için ne anlama geldiğini açık bir şekilde ortaya koyan Atatürk, “Millî hakimiyet öyle bir nurdur ki, onun .karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar.” ifadesiyle de, millî egemenlik prensibinin gücünü ortaya koyarak, devlet hayatındaki önemini vurgulamıştır.
Ayrıca Atatürk, millî egemenlik mefhumuna Türk’ün ve kendi yüksek fikirlerinin damgasını vurarak hareket etmiş ve bu kavramı izah ederken de millete ve milletin fikrine ağırlık vererek, bunun üzerinde ısrarla durmuştur.
Türkiye’de Millî Egemenlik Prensibinin Gerçekleştirilmesi
Türkiye’de millî egemenlik prensibinin gerçekleştirilmesi, tamamen Atatürk’ün bu konudaki düşünce ve çalışmalarının eseridir. Çünkü, Birinci Dünya Savaşı sonunda İtilaf Devletleri, Osmanlı topraklarını kağıt üzerinde paylaşmışlar ve Türk Milleti’nin siyasî varlığına tamamen son vererek, üzerinde yaşadığı bin yıllık vatanını ufak bir bölge dışında elinden almışlardı. Dolayısıyla bunun tabiî bir sonucu olarak, 1 Kasım 1918’den itibaren Türk vatanının bazı yerleri işgal edilmiş, Türk ordusu dağıtılmış ve ülke içinde çeşitli ayrılıkçı örgütler ayaklanmalar başlatmışlardı.
Memleketin içinde bulunduğu bu durum karşısında, ilk önce Anadolu ve Trakya’nın çeşitli şehir ve kasabalarında yaşayan vatansever kişiler tarafından, Müdafaa-i Hukuk adı altında direniş cemiyetleri kurulmaya başlanmıştı. Ancak, temelde vatanı kurtarma amacıyla kurulan bu cemiyetler, farklı düşünceler sebebiyle, dağınıklık içinde bulunuyorlardı. Dolayısıyla, bu güçleri birleştirerek, millî ve genel bir uyanış yaratacak mücadeleyi başlatmak gerekiyordu.
Tam bu sırada, Türk Milleti’nin tarihî karakterine ve yıllarca süren siyasî gelişmelere uygun bir ses yükseldi. Mustafa Kemal Paşa, bu durumda millî egemenliğe dayalı, bağımsız, yeni bir Türk Devleti’nin kurulmasından başka bir kurtuluş yolunun olmadığını ortaya koydu.
15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinden bir gün sonra, 9. Ordu Müfettişliği görevine atanan Mustafa Kemal Paşa, karargahına aldığı bazı arkadaşlarıyla birlikte İstanbul’dan Anadolu’ya hareket etti.
Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmasıyla birlikte de, Türk tarihinde ilk defa kişisel egemenlikten, millî egemenliğe geçiş süreci başladı. Çünkü Atatürk, Anadolu’ya ayak bastığı andan itibaren, hem içe, hem de dışa dönük olarak, millî egemenlik prensibini gerçekleştirmek amacıyla hareket etmiştir. O, bu dönemde millî, dînî ve Avrupaî fikirleri yanına almış ve bunların senteziyle Anadolu’da, tek irade, tek devlet, tek egemenlik, tek kumandan, tek meclis ve tek millet fikirlerinden hareket ederek, her alanda gerçek millî egemenlik prensibini uygulamaya çalışmıştır.
Dolayısıyla, Türkiye’de millî egemenlik prensibinin genel anlamda ilk defa Atatürk’ün önderliğinde girişilen Millî Mücadele yıllarında uygulandığını, söylemek mümkündür. Çünkü bu dönemde, memleketin içine düştüğü kötü durum karşısında, bazı aydınlar memleketin kurtarılması için bir büyük devletin mandasını kabul etmekten başka çare görmezlerken, Atatürk bunlardan çok farklı düşünmüş ve millete güveni esas alan bir hareketin peşinde olmuştur. O, memleketin içinde bulunduğu kötü durumu kastederek Nutukta; “…Bu durum karşısında, bir tek karar vardı. O da millî hakimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak! İşte daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamasına başladığımız karar, bu karar olmuştur.” ve 22 Mayıs 1919 tarihinde, Sadaret Makamına gönderdiği bir raporda; “Millet yek vücut olup, hakimiyet esasını, Türklük duygusunu hedef ittihaz etmiştir.” şeklinde ifadelere yer vererek, milletin birlik ve beraberliği ile egemenlik ilkesini, Millî Mücadele’nin temel dayanağı yapmaya kararlı olduğunun ilk işaretlerini vermişti.
Atatürk, yavaş yavaş uyanmaya başlayan millî bilinci bir bütün kalıba döküp, tam bir millî kurtuluş mücadelesini başlatmak maksadıyla, 22 Haziran 1919 tarihinde yayınladığı ve Millî Egemenliğe gidiş planı sayılabilecek Amasya Genelgesi’nde ise; “Milletin istiklalini yine milletin azim ve karan kurtaracaktır.” ibaresine yer vererek, daha en başta millete olan güvenini ortaya koyarken, aynı zamanda bütün mücadelenin, millet iradesini hakim kılmak için yapılacağını ve milletin kaderini bizzat kendisinin belirleyeceğini vurgulamıştı. Böylelikle Atatürk aslında millî egemenlik prensibinin gerçekleştirileceğini de açık bir şekilde ifade ediyordu.
Devletin kaderinde, milletin söz sahibi olması anlamı taşıyan millî egemenlik prensibinin, Millî Mücadele dönemi boyunca ve daha sonra da üzerinde durulacak en önemli hususlardan birisi olduğu, Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde kongreler düzenlenerek, halkın istek ve düşüncelerinin belirlenmeye çalışılmasından da açıkça anlaşılıyordu. Zaten sadece bu kongrelerin toplanması bile, millet egemenliğinin gerçekleştirilmesi yolunda atılmış önemli bir adımdı. Çünkü kongrelerde alınacak olan kararlar, milletin temsilcilerinin görüşleri doğrultusunda ortaya çıkacaktı. Bu da milletin girişilecek olan mücadelede söz sahibi yapılması demekti.
Bu ahval içerisinde, 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş olan Erzurum Kongresi’nde alınan kararlar arasında; “Kuva-yı milliyeyi âmil ve irade-i milliyeyi hakim kılmak esastır.” şeklinde bir maddenin bulunması ise, bütün çalışmaların Türkiye’de millî egemenliği tesis etmek için yapıldığını en açık bir şekilde ispatlıyordu.
Yine 4-11 Eylül 1919 tarihlerinde çalışmalarını sürdüren Sivas Kongresi’nin sonunda yayınlanan beyannamede de; “İstiklalimizin temini için , kuva-yı milliyeyi amil ve millî iradeyi hakim kılmak esastır.” denilerek Erzurum Kongresinde bu konuda alınan kararın aynen tekrarlanması, şüphesiz Atatürk’ün bu konudaki kararlılığının bir göstergesiydi.
Bu çerçevede, Atatürk’ün, Sivas’ta çıkarttığı gazetenin adının İrade-i Millîye ve Ankara’da çıkarttığı gazetenin adının da, Hakimiyet-i Millîye olması tesadüf değildir.
Türkiye’de millî egemenlik konusunda atılmış önemli adımlardan birisi de Son Osmanlı Mebusân Meclisinde 28 Ocak 1920 tarihinde kabul edilen Misâk-ı Millî kararlarıdır. Bu kararların benimsenmesiyle düşman baskısı ve işgalleri kabul edilmeyerek, yeni bir vatanın sınırlan çizilirken, aynı zamanda millet, vatanını kurtarmak için büyük bir yemin etmiş bulunuyordu.
Misak-ı Millî’nin kabulünden sonra İngilizler 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal ederek, Son Osmanlı Mebusân Meclisini de dağıtmışlardır. Bu tarih itibarıyla, başkenti bile işgal yaşayan Osmanlı Devleti’nin, tamamen etkisiz kaldığını ve devletin, milletin içinde bulunduğu kötü duruma bir çare bulmasının mümkün olmadığını gören Atatürk, milletin kurtuluşunu yine milletin kendisinin sağlayacağı görüşüne daha da işlerlik kazandırmanın zamanı geldiğini düşünmeye başladı. Bu düşüncesi doğrultusunda Heyet-i Temsiliye Başkanı sıfatıyla hemen harekete geçti ve millî egemenlik prensibinin tam anlamıyla gerçekleştirilmesini sağlamak maksadıyla, 19 Mart 1920 tarihinde, bütün valiliklere, mutasarrıflıklara ve komutanlıklara bir genelge göndererek, yeni bir meclisin açılması için seçimler yapılmasını istedi.
Bu genelgede yer alan hükümlere uygun olarak yapılan seçimler sonucunda belirlenen milletvekillerinin yanında, İstanbul’dan Ankara’ya gelmeyi başaran milletvekillerinin de katılmasıyla, yeni meclis, 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da açıldı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla, Türkiye’de millî egemenlik prensibi resmen ve de fiilen gerçekleştirilmiştir. Böylece millet kendi geleceğini kendisi belirleme imkanına kavuşmuştur. Bunda en büyük pay, hiç şüphe yok ki Atatürk’e aittir.
Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açarak en büyük ideallerinden birisi olan, Türkiye’de millî egemenlik prensibini devletin temel unsurlarından birisi haline getirirken, “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir.” ifadesiyle de, hükümranlık hakkını ve otoritesini sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, vermiştir. O, böylece bu konuda milleti tam yetkili kılarken, aynı zamanda diktatörlüğe karşı da bütün kapıları kapatmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi de, Atatürk’ün idealinin gerçekleştirilmesi hususunda üzerine aldığı sorumluluğun gereğini en iyi şekilde yerine getirmiştir.
Türkiye’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çalışmalarına başlamasıyla fiilen gerçekleşmiş olan millî egemenlik prensibi, hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir ifadesinin Anayasada yer almasıyla da hukukî anlamda güvence altına alınmıştır.
Böylece, millî egemenlik ilkesi, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel unsurlarından birisi haline gelmiştir. Bu ilke, devlet yönetiminde en üstün gücün millete ait olduğunu ortaya koyması sebebiyle, cumhuriyetçilik ilkesini bütünler.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.