Büyük Taarruz ve Kesin Zafer
Büyük Taarruz ve Kesin Zafer
Sakarya Savaşı’ndan sonra İngiliz Hükümeti, ayrıntılarına yukarıda temas ettiğimiz barış girişimlerini bir müddet daha sürdürdü. Ancak onlar meseleye hep Sevr Projesi’ne en yakın bir barış projesini B.M.M. Hükümeti’ne kabul ettirme açısından bakıyorlardı. Oysa Misak-ı Milli’yi kendine hedef kabul eden Milli Hükümet kesinlikle bu amaca ulaşmak niyetindeydi.
Sakarya yenilgisinden sonra, müdafaa durumuna geçmek zorunda kalan Yunan ordusu Eskişehir-Afyonkarahisar hattına çekilerek, gerekli korunma tedbirlerini alırken, Türk Genel Kurmayı onlar toparlanmadan taarruza geçilmesini düşünüyordu. Taarruz için bir de plan hazırlanmıştı. “Türk İstiklal Savaşı tarihinde Sad Harekatı diye adlandırılan” bu plan hava şartlarının uygun gitmemesi, komutanların üzerinde fikir birliği sağlayamaması ve ordunun yeteri kadar hazırlanamaması gibi sebeplerle uygulanamamıştı. Fakat hazırlıklara da aralıksız devam edildi.
Türk Ordusu, taarruz planı gereği cephede I. ve II. ordu şeklinde teşkilatlandırıldı. I. Ordu komutanlığına Ali İhsan Paşa, II. Ordu Komutanlığına da Yakup Şevki Paşa getirilirken, İsmet Paşa’nın Batı Cephesi Umum Komutanlığı sıfatı devam ediyordu. Bu teşkilatlanma çerçevesinde hazırlıklar sürerken İsmet Paşa’yla uyum sağlayamayan Ali İhsan Paşa’nın yerine I. Ordu Komutanlığına Nurettin Paşa tayin edildi. Ordunun subay ihtiyacı İstanbul’dan ayrılarak Milli Mücadeleye katılanlar, Ankara talimgahından yetişenler ile 1. Dünya Savaşı’nda esir düşüp de esaretten kurtulduktan sonra memleketlerine dönen subay ve yedek subaylarla karşılanmaya çalışıldı.
14-15 Eylül 1921 tarihinden geçerli olmak üzere seferberlik ilan edilerek, 1899, 1900, 1901 doğumlular askere alınıp, ordunun er noksanı tamamlandı. İnsan sayısı bakımından Yunan ordusuna denk duruma gelen Türk kuvvetlerinin araç ve gereç noksanları da çeşitli kaynaklardan temin edilmeye çalışıldı. Başta İstanbul’daki silah depolarından büyük fedakarlıklarla kaçırılan silahlar, İnebolu üzerinden Anadolu’ya nakledildi. İtilaf Devletleri tarafından kamaları alınarak işe yaramaz hale getirilen Türk topları ilkel aletlerle kullanılır duruma getirildi.
Sıkıntısı çekilen bazı silahlar da Ruslar’dan, Fransızlar ve İtalyanlar’dan satın alınarak karşılanmaya çalışıldı.
6 Mayıs 1922’de Başkomutanlık süresi uzatılmış olan Mustafa Kemal Paşa, artık taarruza geçme zamanının geldiği inancındaydı. Bu kararını Haziran ortalarında Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Milli Savunma Bakanı Kâzım (Özalp) ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya açtı. Türk ordusunun harekat planı bir imha meydan savaşı şeklinde tasarlanmıştı. Bu planı gerçekleştirmek için ordunun hazırlıklarının 15 Ağustosa kadar tamamlanması kararlaştırıldı.
B.M.M. Hükümeti bir taraftan bu hazırlıkları yürütürken bir taraftan da barışı engelleyen taraf durumuna düşmemek için diplomasi yolunu açık tutmaya çalışıyordu. Bu maksatla İçişleri Bakanı Fethi Bey, Avrupa’ya gönderildi. Fakat İngiltere bu teşebbüsü Türkler’in bir zaafı olarak değerlendirip, “İngiltere şimdi müzakere istemiyor” diyerek barış yollarını kapattı. Bunun üzerine şimdiye kadar ertelenen taarruz kararının uygulanmaya konması kararlaştırıldı.
Son şeklini alan taarruz planı gereği savaşın asıl yükünü taşıyacak olan Afyon yöresindeki I. Ordu birlikleri, diğer bölgelerden getirilen birliklerle takviye edildi. 24 Ağusto 1922’de Başkomutanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Batı Cephesi Komutanlığı karargâhları cephe gerisindeki Şuhut Kasabası’na nakledildi. 25 Ağustos akşamından itibaren Anadolu’nun dışarı ile bütün irtibatı kesildi.
Büyük Taarruz 26 Ağustos sabahı bütün Türk topçusunun ateşiyle başladı. Türk kuvvetlerinin ağırlıklı kısmı Afyon’un güneyinden taarruza geçerek düşman birliklerini parçalayacaktı. Önceden tasarlanan bu plan uygulamada da son derece başarılı oldu. Birliklerinin bir kısmı güneye kaydırıldığından dolayı zayıf denen II. Ordu kuzeyde düşmanı oyalarken, birlikleri takviye edilmiş I. Ordu kuvvetleri düşman hatlarını yararak, bir İngiliz Kurmay Subayının “eğer Türkler bu mevzileri dört beş ayda işgal ederlerse, bir günde düşürdüklerini iddia edebilirler” dediği mevzileri bir saatte düşürüp, Yunan ordusunun büyük bir kısmını Dumlupınar’da, sıkıştırmayı başarmıştı.
Yunan kuvvetleri 30 Ağustos’ta Türk birlikleri tarafından tamamen sarılmış bulunuyordu. Bu kuşatma hareketini kesin bir sonuçla tamamlamaya kararlı olan Mustafa Kemal Paşa, bizzat sevk ve idare ettiği meydan muharebesiyle, düşman kuvvetlerini teslim olanların dışında büyük ölçüde imha etti. Yunan Başkomutanı General Trikopis de esirler arasındaydı.
İmha olmaktan kurtulan Yunan askerleri süratle kaçmaya başlamışlardı. Başkomutan, hem kaçan Yunan kuvvetlerini takip etmek ve hem de Eskişehir’deki Yunan kuvvetlerinin Kocaeli ve Trakya’daki kuvvetleriyle birleşip toparlanmalarına fırsat vermemek için I. ve II. Ordu birliklerine, 1 Eylül 1922 günü “Ordular! İlk hedefiniz Akdenizdir, İleri!” emrini verdi.
Bu emirle birlikte İzmir istikametinde ilerleyen kuvvetlerimiz 1 Eylül’de Uşak’ı, 2 Eylül’de Eskişehir’i, 3 Eylül’de Nazilli, Simav, Salihli, Alaşehir ve Gördes’i, 6 Eylül’de Balıkesir ve Bilecik’i, 7 Eylül’de Aydın’ı, 8 Eylül’de Manisa’yı kurtardı. Yunanlıların çekildikleri şehirlerde yaptıkları tahribat göz önünde bulundurularak 7 Eylül’de I. Ordunun süratle İzmir’e yürüyüp, şehrin yakılmasına engel olması emredildi.
Taarruzun gizlilikle yürütülmesi, hafta sonu başlatılmış olması Ankara hükümetinin herhangi bir dış müdahaleyi önlemek için başarılarını önemsiz gibi göstermesi, Yunanistan’ın da Türk taarruzunu gizlemeye çalışması İngiltere’nin gerçek durumu öğrenmesini geciktirmişti. 2 Eylül’de durumun ciddiyetini kavrayan İngiliz hükümeti büyük bir paniğe kapıldı. Aynı zamanda Yunanlılar, daha da zor duruma düşmemek için mütareke istemeye başladı. Yunanlılar’ın isteğine uyan müttefikler Ankara hükümetine mütareke teklif ettiler. Hükümet durumu cephedeki Mustafa Kemal Paşa’ya bildirdi. Mustafa Kemal Paşa, hükümete verdiği cevapta bu husula ilgili düşüncelerini şöyle ifade etmiştir:
“Anadolu’daki Yunan ordusu kesin olarak yenilmiştir. Yunan ordusunun artık yeniden ciddi bir direniş göstermesi ihtimali yoktur. Anadolu için herhangi bir görüşmeye lüzum kalmamıştır. Mütareke ancak Trakya için sözkonusu olabilir. Bu bakımdan Eylülün 10’una kadar Yunan hükümeti doğrudan doğruya yahut İngiliz hükümeti vasıtasıyla hükümetimize resmen müracaat ettiği taktirde aşağıdaki şartlar ileri sürülerek cevap verilmelidir.
1) Mütareke tarihinden itibaren 15 gün içinde Trakya, 1914 sınırlarına kadar kayıtsız şartsız B.M.M. hükümetinin sivil memurlarına ve askeri kuvvetlerine teslim edilmelidir.
2) Yunanlılar Türk esirlerini 15 gün içinde İzmir, Bandırma ve İzmit limanlarında teslim etmelidir.
3) Yunan hükümeti üşbuçuk yıldan beri Yunan ordusunun Anadolu’da yaptığı tahribatı telafi etmeyi taahhüt etmelidir”.
Diplomatik temaslar devam ederken Türk ordusunun Yunanlıları Anadolu’dan atmak için giriştiği harekat da sürüyordu. Türk birlikleri 9 Eylül sabahı İzmir’e girerek, üç buçuk yıla yakın işgal altında kalan bu şehrimizi kurtardı. 10 Eylül’de Mustafa Kemal Paşa da şehre girdi. Büyük zafer başta İzmir olmak üzere Türkiye’nin her tarafında büyük bir sevinçle kutlandı, zaferin yurt dışında da yankıları görüldü. İslam dünyasında Hıristiyanlığa karşı bir üstünlük olarak değerlendirildi. Bazı mutaassıp Hıristiyan çevrelerde ise bir felaket gibi karşılandı. New York Times Gazetesi’nde Türk zaferi ile ilgili olarak “Helen ordusunun Anadolu’yu terketmek zorunda kalışı, Hıristiyanlığın ve uygarlığın başına gelen en büyük felakettir” şeklinde yorum yapılmıştır. Batıda hala bir çok kişinin Müslümanlara bakış açısı bu yorumdan anlaşılıyordu.
İzmir’de bulunan Müttefiklerin ve A.B.D.’nin konsolosları Nurettin Paşa’yı ziyaret ederek tebrik etmişlerdi. Fakat özellikle İngilizler durumdan son derece tedirgindiler. Çünkü Türkler Yunanlıları ezdikten sonra Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmek için müttefiklerle de karşı karşıya gelecekti. İzmir’i kurtaran Türk kuvvetleri 16 Eylül’de Çeşme’ye ulaştı. Eskişehir yöresindeki Türk kuvvetleri ise 11 Eylül’de Bursa’ya ulaştı. 18 Eylül tarihi itibariyle Anadolu’da savaş esirleri hariç hiçbir Yunan askeri kalmadı.
Anadolu’nun kurtarılmasından sonra sıra Trakya ve İstanbul’un kurtarılmasına gelmişti. Bu amaçla Türk kuvvetlerinin kuzeybatıya (Çanakkale) doğru yönelmesi, Millî Hükümetle İngiliz hükümeti arasında bir bunalıma sebep oldu. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komseri Sir Horace Rumbold’un daha 4 Eylül’de Londra’ya gönderdiği telgraf, Çanakkale bunalımının ilk işaretlerini taşıyordu. Anadolu’nun boşaltılmasının İngiltere için İstanbul’da ve Irak’ta tehlike yaratacağını, Doğu Trakya’nın Türkler’e devri halinde İngiltere’nin Boğazlar’daki durumunun kritikleşeceğini bildiren Rumbold, Fransızlar’dan da yardım alınamayacağına işaretle hükümetinin dikkatini çekiyordu. Nitekim İngiliz kabinesinin 7 Eylül’deki toplantısında, Boğazlara doğru gelişecek Türk taarruzu karşısında İngiliz kuvvetlerinin karşı koyması kararı alındı. Gerçekten Çanakkale Boğazı’nı ve İstanbul’u gerekirse savaşarak savunma niyetinde olan İngilizler, buralardaki birliklerini takviye ettiler. Ayrıca İngiliz hükümeti müttefiklerinden, Balkan Devletlerinden ve sömürgelerinden Türklere karşı yardım istedi. Amacı I. Dünya savaşından sonra kendi düzenine kafa tutan Türkleri de sindirmek suretiyle dünyadaki otoritesini sarstırmamaktı. Ancak Yeni Zelanda’nın dışında net sömürgelerinden, ne Balkan Devletleri’nden ve ne de müttefiklerinden umduğu desteği bulabildi. Türklere karşı tek başına yeni bir savaşa da cesaret edemedi.
Bu gelişmeler üzerine Müttefikler Türk askeri harekatını diplomatik yıllarla durdurma çareleri aramaya başladılar. İstanbul’daki Fransız Yüksek Komseri General Pelle 18 Eylül’de Mustafa Kemal Paşa ile görüşüp, müttefikler tarafından 13 Eylül 1921’de tarafsız bölge ilan edilen Boğazlar Bölgesi’ne girilmemesini istedi. Bu görüşmede Mustafa Kemal Paşa; Türk Hükümeti’nin böyle bir bölge tanımadığını, düşman işgalinden Trakya’yı da kurtarmadan Türk askeri harekatının durdurulmasının mümkün olmadığını söyledi. Bu arada Çanakkale Bölgesi’nde birbirine iyice yaklaşan Türk ve İngiliz kuvvetleri arasında her an bir çatışma çıkabilirdi. Fakat taraflar olabildiğince ihtiyatlı davranarak, yürütülen diplomatik girişimlerin olumlu sonuçlanmasına imkan ve zaman tanıdılar.
Bu sırada Paris’te Müttefikler arasında gelinen son durum görüşülüyordu. 22 Eylül’de Poincare’nin “Trakya ve Edirne’nin kayıtsız şartsız Türklere teklif edilerek barış yapılması” fikri Lord Curzon tarafından reddedilmişti. İngiliz ve Fransızlar karşılıklı olarak birbirlerini suçladıktan sonra 23 Eylül’de Ankara hükümetine bir nota gönderilerek; İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti ve Yunanistan delegelerinin çağrılacağı bir konferansa delege göndermeyi kabul edip etmeyeceği soruluyordu. Bu notada müttefikler, Boğazlardaki tarafsız bölgeye asker gönderilmediği taktirde Edirne dahil Trakya’nın Türklere verilebileceği, Milletler Cemiyeti gözetiminde Boğazların ve Maramara Denizi’nin serbestliği, konferanstan önce Yunan kuvvetlerinin müttefik devletlerce tespit edilecek bir hattın gerisine çekilmesi için gerekli baskının uygulanacağı belirtidikten sonra, toplantının İzmit ya da Mudanya’da yapılabileceği belirtiyorlardı. 26 Eylül’de General Harigton Mustafa Kemal Paşa’ya tarafsız bölgeye giren Türk kuvvetlerinin geri çekilmesi ve askeri faaliyetin durdurulmasına dair bir telgraf gönderdi. Mustafa Kemal Paşa ise, Türk kuvvetlerinin yaptığı hareketin yenik Yunan ordusunun tahribatlarını önlemek için bir takip hareketi olduğunu belirtti.
Bu yazışmalar devam ederken Fransa ve diğer müttefik hükümetleri adına Fransız devlet adamı Franklin Bouillon, 28 Eylül 1922’de İzmir’e gelerek Mustafa Kemal Paşa ile görüştü. Bouillon, müttefiklerin Türk isteklerini kabul etmek eğiliminde olduklarını, güç kullanmaya gerek kalmayacağını ve tarafsız bölgeye girilmemesini söyledi.
Bu görüşmeden sonra Mustafa Kemal Paşa, müttefiklerin 23 Eylül tarihli notasına 29 Eylül’de verdiği cevapta Trakya’nın Meriç nehrine kadar Türklere verilmesi ön şartıyla Mudanya’da 3 Ekim’de toplanacak konferansa katılmayı kabul edeceğini bildirdi.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.