Cumhuriyetçilik İlkesi

31 Ocak 2014 tarihinde tarafından eklendi.

TÜRK İNKILÂBININ TEMEL İLKELERİ (ATATÜRK İLKELERİ)

Cumhuriyetçilik İlkesi

Atatürk İlkeleri (Türk İnkılâbı’nın temel ilkeleri); hem Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel niteliklerini ortaya koyar, hem de, Türk Milleti’nin yeni devletini ilelebet yaşatabilmesi için sahip olması gereken temel özellikler ile yerine getirmesi gereken sorumlulukları ifade eder.

Atatürk İlkeleri; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik ve İnkılâpçılık olmak üzere, altı tanedir. Bu ilkeler, 5 Şubat 1937 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel özellikleri olarak Anayasaya girmişlerdir. Günümüzde de çağdaş ve modern Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin güvencesi olarak Anayasadaki yerlerini korumaktadırlar.

Cumhuriyetçilik

a) Cumhuriyet Nedir?

Cumhuriyet dilimize Arapça cumhur kelimesinden gelmiştir. Cumhur; kelime olarak halk, ahali, büyük kalabalık demektir ve toplu bir halde bulunan kavim veya milleti ifade etmek için kullanılır.

Siyasî bir rejim olarak cumhuriyet, halka dayanan, gücünü halktan alan bir devlet şeklini ifade eder. Dolayısıyla iktidarın millete ait olduğu bir sistemdir. Bu sebeple cumhuriyette egemenlik bir kişi veya zümreye değil, toplumun bütün kesimlerine aittir. Bu anlamda, başta devlet başkanı olmak üzere, devletin temel organlarında görev yapan kişilerin seçimle işbaşına geldikleri, özellikle bunların belirlenmesinde veraset sisteminin kesinlikle rol oynamadığı bir hükümet modelini benimser.

Cumhuriyet fikri ilk defa Fransız İnkılâbı’nın sonucunda ortaya çıkmıştır. Dar ya da geniş olmak üzere iki anlamda kullanılır. Dar anlamda, sadece devlet başkanının doğrudan veya dolaylı olarak halk tarafından belirli bir süre için seçilmesi, geniş anlamda ise; egemenliğin milletin bütününe ait olması kastedilir.

Cumhuriyet aynı zamanda hem bir devlet, hem de bir hükümet şeklidir. Devlet şekli olarak cumhuriyet; egemenliğin bir kişi veya zümreye değil, toplumun bütününe ait olmasıdır. Hükümet şekli olarak ise; başta devlet başkanı olmak üzere, devletin başlıca temel organlarında görev alan kişilerin seçim ilkesine göre belirlendiği, dolayısıyla veraset sisteminin kesinlikle kabul edilmediği bir hükümet modelidir.

b) Türkiye’de Cumhuriyet

Cumhuriyet, temel olarak millet egemenliği fikri üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla eski Türk devletlerinde bu anlamda bir rejim görmek mümkün değildir.Bu  noktada  Türkiye’de  geniş   anlamda  kullanılan  bir  cumhuriyet  söz  konusudur.   Çünkü, Türkiye’de  sadece devlet başkanı  değil, devletin yasama, yürütme ve yargı  (Bazı yüksek mahkemelerde başkan ve üyelerin seçimle belirlenmeleri sebebiyle) gibi temel fonksiyonlarında görev alan kişiler de seçimle iş başına gelirler. Bunların yanında Türkiye’de egemenlik kayıtsız şartsız millete aittir. 

Cumhuriyet rejimi ile, eski Türk devlet idaresi arasında bazı bakımlardan (mesela kuvvetler birliği ve meclis gibi) benzerlikler bulunmakla birlikte, bunun bugünkü anlamda bir cumhuriyetin kurulması için yeterli olmadığı malumdur.

Türkiye’de cumhuriyet, kurucusu Atatürk’ün düşünceleriyle yakından ilgilidir. Çünkü O, Türkiye’de demokrasi esaslarına uyan bir cumhuriyet rejiminin kurulmasını daima samimiyetle istemiştir. Dolayısıyla bu konuda yapılmış olan çalışmaların, tamamen O’nun direktifleri doğrultusunda gerçekleştirildiğini söylemek mümkündür.

Bu sebeple, cumhuriyetin Türkiye’ye getirilmesi hususunu iyi anlayabilmek için, Atatürk’ün bu konudaki düşünceleri ve birbirini tamamlayan Atatürk ve cumhuriyet kavramları arasındaki ilişkiyi ortaya koymak gereklidir. Şimdi biz de bu konulara deyinmeye çalışalım.

-Atatürk’ün Cumhuriyet Hakkındaki Düşünceleri

Atatürk’e göre cumhuriyet; fazilettir ve ahlâkî ve fazilete müstenit bir idare olarak, faziletli ve namuskâr insanlar yetiştirdiğinden, Türk Milleti’nin karakter ve adetlerine en uygun idaredir. O, cumhuriyeti, Millî Hakimiyet temeline dayanan bir halk hükümeti olarak görür ve vatandaşın devlete, devletin de vatandaşa karşı hak ve görevlerini en iyi şekilde düzenleyen yönetim şekli olarak benimser.

-Atatürk ile Cumhuriyet Kavramı Arasındaki İlişki

Aslında Atatürk ve cumhuriyet, birbirini tamamlayan ve tanımlayan iki kavramdır. Çünkü yakın tarihimizde Atatürk ve cumhuriyet kadar, birbirini bütünleyen kavramlar yoktur. Cumhuriyeti bütün yönleriyle anlayabilmek için Atatürk’ü, aynı şekilde Atatürk’ü anlayabilmek için de tam ve sağlam temellerden hareket ederek, cumhuriyeti tanımak gerekir. Çünkü Cumhuriyet, Atatürk’ün Türk Millî Varlığı’nın korunması, refaha ve mutluluğa erişmesi için düşündüğü, ümit ve arzularını şekillendirdiği bir idare tarzıdır.

Atatürk, gençliğinden beri cumhuriyet fikrini benimsemiş bir devlet adamıdır. O, daha 1902 yılında henüz Harp Akademisi’nin birinci sınıfındayken, hocası Osman Nizamî Paşa ile Osmanlı Devleti’nin geleceği üzerine yaptığı bir konuşmada, batılı anlamda yönetimden bahsetmiş ve inkılap sözünü dile getirmiştir. Yine 1905’te staj yapmak üzere Şam’a gitmeden önce arkadaşlarıyla yaptığı bir toplantıda; “Bu dava yıkılmak üzere bulunan bir imparatorluktan önce bir Türk Devleti çıkarmaktır.” diyerek fikrini açıklarken, aynı zamanda amacının yeni bir devlet düzeni kurmak olduğunu ifade etmiştir.

Dolayısıyla Atatürk, gençlik yıllarından itibaren cumhuriyetin nasıl bir rejim olduğunu bilen ve milletinin böyle bir idareye kavuşması gerektiğini düşünen bir kişidir. Hatta daha bu yıllarda, Türk Milleti’nin mutlaka cumhuriyet idaresine kavuşacağını söylemekten de çekinmemiştir.

O en büyük hayali olan Türk Milleti’nin cumhuriyet rejimine kavuşması hususunda ilk somut adımı Erzurum Kongresi sırasında atmış ve Yaveri Mazhar Müfit Kansu’ya; “Zaferden sonra hükümet şeklinin cumhuriyet olacağını” söylemiştir.

Ancak, Atatürk yapmayı planladığı işleri, zamanı gelince ve şartları oluşunca gerçekleştiren bir kişiydi. O’nun, daha Kurtuluş Savaşı’nın başlatılması aşamasında dile getirdiği, “Uygulamayı bir takım safhalara ayırmak, olaylardan ve olayların akışından yararlanarak milletin duygu ve düşüncelerini hazırlamak ve basamak basamak ilerleyerek hedefe ulaşmaya çalışmak gerekiyordu.” şeklindeki prensibi, yukarıda söylediğimizin en güzel ispatıydı. Dolayısıyla O, ortaya koyduğu bu prensip çerçevesinde, gençliğinden beri hararetle savunduğu, Türk Milleti’nin cumhuriyet idaresiyle yönetilmesi gerektiği düşüncesinin gerçekleştirilmesi için bile, tam bağımsız yeni bir Türk Devleti kuruluncaya ve cumhuriyet ilan etmek için şartlar oluşuncaya kadar uzun süre beklemeyi uygun bulmuştur.

-Türkiye’de Cumhuriyet ile Elde Edilen Kazanımlar

Türkiye’de cumhuriyet, Atatürk’ün millî bir sır olarak yıllarca kalbinde sakladığı, uğrunda bütün hayatını fedaya hazır olduğu ve büyük mücadeleler neticesinde elde ettiği bir sonuçtur.

Türkiye’de cumhuriyetin ilanıyla kabine sistemine geçilirken, aynı zamanda devletin demokratikleşmesi yolunda büyük bir adım atılmış ve yapılacak olan inkılâplara ortam hazırlanmıştır.

Türkiye’de cumhuriyet, ırk, din, dil ve cinsiyet farkı gözetmeksizin bütün vatandaşların paylaştıkları ve faydalandıkları bir siyasî rejimdir. Bu rejimin özünü de eşitlik ilkesi teşkil etmektedir.

Cumhuriyet en gelişmiş ve en ileri devlet şekli olarak Türk İnkılâbı’nın hem ürünü hem de başarısıdır. Dolayısıyla büyük bir mücadelenin sonucu ve yeni bir dönemin başlangıcı olarak, Türk Milleti’nin bütün fertleri tarafından önemi kavranması ve sahip çıkılarak korunması gereken bir değerdir.

c) Türkiye Cumhuriyeti’nin Temel İlkeleri ve Değişmez Nitelikleri

-Cumhuriyetin Temel İlkeleri

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günden beri kendisine güç veren ve Atatürk İlke ve İnkılâpları olarak anılan çeşitli prensiplerin yanında, her zaman dayandığı iki temel ilke söz konusu olmuştur. Bunlar, şartları içerisinde demokratik yönetim şekli ve bilimsel düşünce yapısıdır. Bu çerçevede, cumhuriyetin bütün kurum ve kuruluşları, bir yandan “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.” , öte yandan “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” ilkesine göre şekillenmiş ve cumhuriyet, demokratik yönetim ile bilimsel düşünce biçiminin özlerinin aynı olduğu bilinci üzerinde yükselmiştir.

Ayrıca, özgürlük ve her alanda tam bağımsızlık da cumhuriyetin değişmez ilkelerinden ve Türk Milleti’ne kazandırdığı temel kavramlardandır. Aslında cumhuriyet bu iki kavramdır. Bu kavramlardan herhangi birisinin yok olması veya içinin boşaltılması, gerçek anlamda bir cumhuriyetin varlığından söz edilememesi anlamına gelir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni öyle sağlam ilkelere dayandırmıştır ki; bu ilkeler bütün uygar insanlığın özlemini çekegeldiği, demokratik toplumsal düzenin hem ulusal, hem de uluslararası düzeydeki gereklerini, tutarlı ve içtenlikli bir biçimde karşılayabilecek niteliktedirler.

Bu ilkeler, etkinliği sürekli artmakta olan çağdaş bilim ve teknolojiyi teşvik etmesi ve yeni buluşlara açık olması sebebiyle her alanda sağlanan gelişmelerle, günümüz insanlığının en başta gelen özlemlerinden birisi haline gelmiş olan, insan hak ve özgürlüklerinin elde edilmesi ve bunların uluslararasında adaletli bir barışa uygun biçimde kullanılmasını sağlayabilecek yapıdadırlar.

-Cumhuriyetin Değişmez Nitelikleri

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Anayasada ifadesini bulduğu – şekliyle, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olmak gibi değişmez niteliklere sahiptir.

Bu nitelikler ile özdeşleşmiş olan Türkiye Cumhuriyeti, kısa zamanda her alanda büyük gelişme göstermiştir. Ancak kısa süreli bir gelişme ve değişme ile yetinmeyen Cumhuriyet, her zaman bunu sürekli kılmanın arayışı içinde olmuştur.

Kuruluşundan itibaren çeşitli alanlarda ilerlemeler sağlanmış olmasına rağmen, bunu tam anlamıyla yeterli bulmamış ve bugün hâlâ halkının çağdaş ve modern anlamda bir hayat sürmesini sağlamak maksadıyla büyük arayışlar içerisine girmiştir.

Bu noktada, özellikle cumhuriyetin değişmez nitelikleri, aynı zamanda devletin kalkınma ve halkın çağdaş ve modem yaşamak arzusunun güvencesi durumundadırlar.

*Demokratik Olmak

Millî Mücadele yıllarından itibaren, milletine olan güveninin bir sonucu olarak, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ifadesine uygun bir şekilde, Türkiye’de Millî Egemenlik prensibini gerçekleştirmek düşüncesiyle hareket etmiş olan Atatürk, bu ifadeyi, 1921 Anayasasına da koyarak işi hukuki anlamda güvence altına almıştı.

Cumhuriyet ilan edildikten sonra da anayasadaki yerini koruyan bu anlayış, şüphesiz Türkiye’ye demokrasinin getirilmesinde büyük rol oynamıştır.

Gençlik yıllarından itibaren Türk Milleti’nin demokrasiye kavuşması için büyük çaba sarf eden Atatürk’ün, bu çabaları boşa gitmemiş ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti, demokratik bir cumhuriyet olarak dünya devletleri arasındaki yerini almıştır.

Demokrasi günümüzde en iyi idare şekli olarak kabul edilmektedir. Hiç şüphe yok ki, demokratik cumhuriyet, Türk Milleti’nin karakterine en uygun idare olarak, onun, çağdaş ve modern yaşamasını sağlayacak bir yönetim tarzıdır. Bu cümleden olarak, her şeyden önce Türk Milleti’nin Batı milletleriyle aynı siyasî haklara sahip olması ancak böyle bir idare sayesinde mümkün olmuştur.

Ayrıca, sadece demokrasiyle idare edilen ülkelerde, birey ve toplum, bir takım insan hak ve özgürlüklerine sahiptirler. Yani insanlar hak ettikleri değeri sadece demokratik ülkelerde kazanabilmişlerdir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, aynı zamanda demokratik niteliği sayesinde dünyada halkına insan olmanın onur ve mutluluğunu yaşatabilen devletlerden birisi olmuştur ve anayasal güvence altındaki bu niteliğinin değiştirilmesi söz konusu değildir.

*Laik Olmak

Klasik anlamda din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması demek olan laiklik, devlet işlerinin din kurallarına göre değil, akla, mantığa ve bilimsel sonuçlara göre yürütülmesini amaçlar. Bu anlamda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin; akla, mantığa ve bilimin doğrularına göre yönetilmesi amaçlandığından, devlete böyle bir nitelik kazandırılmıştır.

Laiklik, dinin devlet hayatından çıkarılmasını öngördüğünden, devlet bazında hiçbir dini benimsemez ve bütün dinlere aynı mesafede olmayı gerektirir. Ancak, her şeyden önce hurafelerden uzak bir din öğretimini öngördüğünden, en başta din adına yapılabilecek yanlışların önleyicisi ve bireyin din ve vicdan hürriyetinin güvencesidir.

Ayrıca laiklik, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel dayanak noktalarından birisi olan, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” cümlesinde ifadesini bulan anlayışın gerçekleşebilmesini ve cumhuriyetin bütün kurum ve kuruluşlarının akla, mantığa ve bilime dayandırılabilmesini sağlayan bir niteliğidir.

*Sosyal Devlet Olmak

Türkiye Cumhuriyeti’nin bir başka niteliği de sosyal devlet olmasıdır. Sosyal devlet; halkını kucaklayan, sıkıntılarını çözmek için çalışan ve toplumsal ve bireysel anlamda, her alanda bütün vatandaşlarının hayatını güvence altına almayı amaçlayan bir devlet modelidir.

Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuruluşundan beri benimsediği bu niteliğine bağlı olarak, halkının çeşitli istek ve beklentilerine uygun olarak onlara her türlü hizmeti götürmeye çalışmıştır.

*Hukuk Devleti Olmak

Türkiye Cumhuriyeti aynı zamanda bir hukuk devletidir. Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen inkılâplarla, hukuk alanında da laiklik benimsenmiş ve dînî anlayışa uygun tanzim edilmiş olan kurallar kaldırılarak, yerlerine akla, mantığa ve bilime dayanan kurallar kabul edilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ‘nde, hukukun üstünlüğü ilkesi benimsenmiş ve herkesin kanun önünde eşit olduğu prensibi hukukun değişmez niteliklerinden birisi olarak kabul edilmiştir. Ayrıca adaletin yerini bulmasını sağlamak maksadıyla da hakimlere baskı yapılmasının önüne geçilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu niteliği ile, bütün işlerin hukuka uygun gerçekleştirilmesi ve bütün vatandaşların can, mal ve namus güvenliklerinin sağlanarak, mutlu bir hayat sürmeleri amaçlanmıştır.

Türkiye’ye, cumhuriyetin getirilmesi Türkiye’de cumhuriyet ile sağlanan gelişmeler ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sahip olduğu çeşitli özellikler de görüldükten sonra, şüphesiz cumhuriyetin nasıl bir rejim ve ne büyük bir değer olduğu daha iyi anlaşılmıştır. Dolayısıyla, Türk Milleti’nin bütün fertlerinin bu değere sahip çıkarak, onu koruması gerekmektedir ki, bu noktada cumhuriyetçilik ilkesi ortaya çıkmaktadır.

Cumhuriyetçilik; cumhuriyetten hareket ederek, devletin siyasî rejimi olarak cumhuriyeti benimsemek ve onu fazilet rejimi olarak tanımlamak ve değerlendirmek demektir.

Cumhuriyetçilik ilkesi, Atatürk’ün devlet anlayışında en önemli unsurlardan birisi olan, millî egemenlik ilkesinin tabiî bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Adeta, bu ilke ile birbirini tamamlayan cumhuriyetçilik; Türkiye’de devletin siyasî rejim olarak, cumhuriyetin benimsenerek, sahip çıkılması ve korunmasını amaçlar.

Atatürkçü düşünce sisteminde, cumhuriyet yönetiminin en belirgin niteliklerinden birisi de, devlet ile millet arasında ayrılık bırakmaması ve bu iki unsur arasında kaynaşmayı sağlamasıdır. Bu noktada, cumhuriyetçilik ilkesinin bunu sağlayabilecek nitelikte olduğu da görülmektedir. Çünkü Türk Milleti’ne cumhuriyeti benimsetmeyi amaçlayan cumhuriyetçilik ilkesi, cumhuriyetin şahsında, devlet ile milleti birbiriyle bütünleştirmektedir.

Cumhuriyetçilik, pratik olarak cumhuriyete sahip çıkmak ve onu korumak demektir. Bu anlamda cumhuriyetçilik, ilk önce devleti ve cumhuriyeti benimseterek sevdirmek ve daha sonra da, bu unsurları korumak fikrini yerleştirmeye çalışır.

Cumhuriyetçilik, aynı zamanda Türkiye’de cumhuriyetin güvencesidir. Çünkü gerek bu günkü nesiller, gerekse gelecek nesiller tarafından cumhuriyetin korunması ve yaşatılmasını amaçlar.

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.