Hıristiyan Aleminin Parçalanışı ve İstanbul Patrikliğinin Ökümeniklik İddiasından Vazgeçerek “Milli Grek Kilisesi”ne Dönüşmesi
Hıristiyan Aleminin Parçalanışı ve İstanbul Patrikliğinin Ökümeniklik İddiasından Vazgeçerek “Milli Grek Kilisesi”ne Dönüşmesi
İmparator Anastasius’ın 9 Temmuz 518’de ölmesiyle, Justin I. tahta geçti. Yeni imparatorun yaşlı ve okur yazar dahi olmaması, onun döneminde takip edilen politikanın ve yapılan icraatların tamamının, yeğeni ve en büyük yardımcısı Justinian’a maledilmesi, tarihçiler arasında adet haline gelmiştir.
Justin I. ve Jüstinian dönemlerinin politik ve dinî düşüncesi “Tek kilise, tek devlet!” cümlesiyle formüle edilebilir.
Bu iki imparator da, başkent patrikliğinin üstünlüğü tesis edilmedikçe, ülkede dinî birlikle beraber siyasi istikrarın da sağlanamayacağına inanıyorlardı. Kendilerinden önceki seleflerinin bu konudaki başarısızlıklarının sebebini görmüşlerdi. Antalya ve İskenderiye patriklerinin ökümenik statüde olması ve başkente dinî dayanağı olmayan, ancak siyaseten -zorla da olsa- verilmiş böyle bir statünün, bu patrikliklerce kabul edilmeyişiydi. Yaklaşık birbuçuk asırdır devam eden devletin bu çabası, hep başarısızlıkla sonuçlanış ve patriklik makamına getirilenlerin çoğu, bu iki kilisece her fırsatta afaroza uğramışlardı. Artık tek yol kalmıştı: Antakya ve İskenderiye kiliselerini tarihten silmek…
Justin I., henüz 11 günlük imparatorken Antakya’da Magister Militum per Orientem olan Irenaus’a bir ferman göndererek Antakya patriği Mor Severios’un tutuklanmasını emretti. Severios İskenderiye’ye kaçtı. Antakya kilisesinin başına da ruhani olmayan bir devlet memuru atandı.
Bu durum, şehirde ahali tarafından tepkiyle karşılandı. Ayaklanma çok kanlı bir şekilde bastırıldı. Şehirde sükunet sağlandıktan sonra, bu tarihe kadar görülmeyen bir “tenkil” (sürgün) hareketi başlatıldı. Aileler, parçalanmak suretiyle sürgüne gönderildi. Devletin, sırf İstanbul patrikliğini güçlendirmek için giriştiği bu kanlı olaylar, Doğu Hristiyanlığının kopmasına zemin hazırladı. 527 yılında Justin I. ölünce, Justinian tek başına imparator oldu. Latin kökenli olan Justinian kendisini eski Roma kayzerlerinin vârisi sayıyor ve muhteşem imparatorluğu yeniden ihya etmeyi kendine vazife kabul ediyordu. Dünyevi kuvvetin din ve kilise işlerinde üstünlüğünü tesis etmeyi ve toplum fertlerinin dinî inançlarının en derin noktalarına kadar girmeyi hedef alan bu politika tarihte “cCesaropapizm” ismi ile tanınmakta ve Justinian, Cesaropapist temayülün en karakteristik mümessillerinden biri kabul edilmektedir. Ona göre devlet reisi hem Cesar hem papa olmalı, yani şahsında dünyevi ve dinî otoriteyi tam olarak birleştirmeli idi.
Justinian, İstanbul patrikliğinin ökümeniklik sıfatı kabul edilmedikçe hayallerinin gerçekleşmeyeceğini biliyordu. Ancak, selefleri birbuçuk asırdır, hem de her türlü yola başvurmalarına rağmen, bunu, İznik konsilinde tesbit ve tecil edilen üç ökümenik patrikliğe kabul ettirememişlerdi. Zira, bu dinen mümkün değildi; çünkü İstanbul kilisesi apostolic kökenli değildi.
Justinian, gerçekçiydi. Bu yüzden tahta çıkar çıkmaz, yüzünü Eski Roma’ya çevirdi. Roma, apostolic kökenliydi. Onu tek kilise haline getirebilirdi; zira buna diğer iki ökümenik kilise itiraz edemezlerdi. İmparator, İstanbul patrikliğine bu statüyü veren Kadıköy konsilinin 28. maddesini lağvedercesine, Eski Roma’yı apostolic kürsü ve hristiyan aleminin en büyük temsilcisi sayarak papa Hormidas’a, onu göklere çıkaran methiyelerle saygılarını sundu. Ayrıca papadan ülkede “tek bir kilise” vücuda getirmek için temsilcilerini İstanbul’a göndermesini rica etti.
İstanbul’a gelen Roma’nın temsilcileri, önce İstanbul patriğini mahallî statüye indirgeyen bir belge hazırlayarak başkent patriğine imzalattılar. Daha sonra tüm dinî problemleri ele alarak Roma’nın görüşleri doğrultusunda neticeye bağladılar ve imparatora da bir fermanla tüm ülkeye deklare ettirdiler.
Böylece, İstanbul patrikliği devreden çıkarılmış oldu. Ülkede “Tek devlet, tek kanun, tek kilise!” şablonunu yerleştirmek için imparator diğer iki ökümenik kiliseyi yok etme işini hızlandırdı. Anadolu, Suriye ve Mısır’da oluk gibi kan aktı. Kiliseler, manastırlar boşaltılıp, canını kurtaran ruhaniler dağlardaki mağaralara sığındılar. Heraklius dönemine kadar devam ettirilen bu politika neticesinde, Doğu kiliseleri imparatorluktan tamamen koptular.
VII. yüzyılda İslâm ordularının Suriye, Mısır ve Anadolu’ya girmeleriyle de, Antakya ve İskenderiye kiliselerinin Bizans’la bağları tamamen koptu. İstanbul patrikliği de milli Grek kilisesine dönüşmüş oldu. Bu tarihten 1453 yılına kadar Fener patrikhanesinin Roma karşısında bir ökümeniklik iddiası olmadı. Osmanlı idaresinde ise, Batı’ya karşı politik nedenlerle güçlendirilmeye çalışıldısya da, dinî açıdan hristiyan aleminde hiçbir şekilde apostolic kökenli ve ökümenik sıfatlı olarak kabul edilmedi. Günümüzde de Ortodoksdünyasının değil, sadece Grek kilisesinin patrikhanesi olarak kabul edilmektedir.
Sonuç:
Başından beri görüldüğü gibi, konu tamamen bilimsel olarak ele alınmış ve objektif olarak işlenmiştir. Araştırmada kullanılan kaynaklar, konu ile ilgili tüm hristiyan bilim ve din adamlarınca kabul edilen temel eserlerdir. Birçoğunun yazarı, kilisede en üst dinî makam olan patriklik makamına erişmiş ruhanilerdir. Konunun Hristiyanlığm kendi iç meselesi ve dinî mahiyetli olması nedeniyle de, objektifliğimiz hiçbir şüpheye yer bırakmayacak derecede açıktır. Şimdi, bu araştırmamızın neticelerini şu şekilde tesbit edebiliriz:
- Bir kilisenin “ökümeniklik” sıfatı, herşeyden önce dinî karakterlidir.
- Bu sıfat, tüm hristiyan alemince tartışmasız olarak kabul edilen ilk büyük ökümenik konsilde (İznik, 325), üç kilisenin (Roma, Antakya ve İskenderiye) hakkı olarak tesbit ve tescil edilmiştir. Bu tesbit ve tescilde “bu kiliselerin İsa’nın havarilerince kurulduğu; yani apostolic kökenli oldukları” kriteri temel olarak alınmıştır. Bu kritere ve bu tesbit ve tescile, bugüne kadar başta, Fener patrikhanesi mensupları olmak üzere hiçbir fertten dahi bir itiraz gelmemiştir.
- 381-İstanbul konsilinin 3. maddesiyle sıradan bir episkoposluk bölgesi olan Fener kilisesine patriklik statüsü verilmesi siyasi zaruretten kaynaklanmıştır. Daha sonra 451 Kadıköy konsilinin 28. maddesiyle de bu statü perçinleştirilmiştir.
Ancak bu, Fener patrikhanesi ruhanilerinin dışında konsile katılan az sayıdaki ruhanilere de zorla imzalattırılmıştır. Bu kararlar tarihte olduğu gibi, bugün de başta Roma kilisesi olmak üzere, hiçbir kilisece kabul edilmemektedir. Bu kararlar yüzünden Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısır’da yüzbinlerce insan katledilmiştir. Kutsal kilise kanunlarına aykırı olan bu kararları kabul etmektense, bu insanlar dinî inançları yüzünden seve seve ölüme, katliamlara razı olmuşlardır.
- Fener patrikhanesine bu “ökümeniklik” sıfatı verildikten sonra, Fener patrikhanesi Gerek milli kilisesine dönüşünceye (imparator Heraklius dönemine) kadar, bu kilisenin patriklerinin çoğu, her fırsat düştüğünde, diğer ökümenik kiliselerce konsillerde afaroz edilerek, kiliselerden uzakaştırılmışlardır. Ayrıca, Fener kilisesinin bu vasfının kağıt üzerinde kalmaya mahkum olduğunu isbat için de, her afaroz kararından sonra, buraya Antakya veya İskenderiye kiliselerince patrikler takdis edilerek atanmışlardır.
- Özetlersek; Fener kilisesi dinen “patriklik” statüsünde bile değildir; zira, bir zamanlar patriklik sıfatını taşıması, İstanbul’un başkent olması hasebiyle; yani siyasi zaruretlerdendir. Bugün başkent olmaması, bu statüsünün dahi tartışma konusu olarak gündeme getirilmesi, başta diğer Grek kiliselerinin görevidir. Hele hele “ökümenik”, yani “evrensel patriklik” iddiasının gündeme getirilmesi, tamamen siyasi amaçlara matuf bir aldatmacadır.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.