Kültür Alanında Yapılan İnkılaplar

27 Ocak 2014 tarihinde tarafından eklendi.

Kültür Alanında Yapılan İnkılâplar

Türk Tarihi Alanında Yapılan Çalışmalar

Tarih; geçmiş toplumların yaşayışlarını, birbirleriyle olan ilişkilerini yer ve zaman göstererek sebep – sonuç ilişkisi içerisinde inceleyen bilim dalıdır. Yani milletlerin hafızası durumundadır. O hafızadan zaman zaman faydalanmak ve en azından yaşanmış hataları tekrarlamamak şüphesiz milletleri güçlü kılacaktır. Bu sebeple, milletlerin hayatında tarih ilminin ayrı ve özel bir yeri olması icap eder.

Tarih, gerçeklerin ortaya çıkarılmasını sağlar. Dolayısıyla devlet ve millet hayatında çok önemli unsurlar olan doğruluk ve dürüstlük gibi kavramların her devirde su yüzüne çıkarılmasının güvencesi durumundadır.

Tarihi zengin bir millet, aynı zamanda güçlü bir millettir. Güçlü bir milletin varlığı ise, hiç şüphe yok ki, geçmişe ait manevî miraslarına da sahip çıkmasıyla mümkün olacaktır. Bu sebeple, bu tür zenginliklerin günümüze aktarılabilmesi için, tarihe büyük ihtiyaç duyulmaktadır.

Tarihî süreçte, Türk  tarih anlayışına baktığımızda, gerek tarih araştırmacılığı, gerekse tarih öğretimi konusunda istenilen seviyeye gelinemediğini görülmektedir. Örneğin, Osmanlı Devleti’nde eğitim alanındaki mevcut ikili anlayışın, aynen tarih sahasına da sirayet ettiğini ve bu sebeple, Medreseler genellikle İslam Tarihi ile ilgilenirlerken, diğer okulların da Osmanlı Tarihi ile meşgul olduklarını ve bu yönde tarih araştırması ve öğretimi yaptıkları bilinmektedir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, Türk tarihi ile ilgili eksikliği ve tarihten istenilen faydanın sağlanamadığını gören Mustafa Kemal, “Tarih bir milletin nelere müsait olduğunu ve neler başarmaya muktedir bulunduğunu gösteren en doğru bir kılavuzdur.” sözüyle, tarihin bir millet için ne kadar mühim bir hazine olduğuna işaret ediyordu. O, tarihin toplum üzerindeki tesir ve gücünü de göz önünde bulundurarak, bu alanda ciddî bir çalışmanın yapılması ve Türk tarihinin yeniden araştırılarak yazılmasını istemiştir. Tarih yazıcılığı konusunda da; “Tarih yazmak, yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikât insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” diyerek takip edilmesi gereken yolu ortaya koymuştur.

Tarih, toplumların ve olayların değişkenliklerine uyarak sürekli değişen bir bilim dalıdır. Özellikle büyük inkılâplar, büyük felaketler ve buhranlar, tarih ilminin ilerlemesi ve tarih görüşünün değişmesine sebep olurlar. Millî Mücadele döneminde Türk Milleti de, büyük felaketlerle karşılaşmış ve sıkıntılar çekmiştir. Dolayısıyla Türk tarih anlayışının da değişmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.

Millî Mücadelenin başarıyla tamamlanmasından sonra Mustafa Kemal, sıranın Türk Milleti’ni muasır medeniyetler seviyesine ulaştıracak inkılâplara geldiğini düşünüyordu. Ona göre, gerçekleştirilecek inkılâpların başarıya ulaşabilmesi ve en önemlisi kalıcı olabilmesi ise, mevcut tarih anlayışı ve görüşünün değişmesi ile yakından alakalıydı. Çünkü inkılâplar, eskiyi yıkarken onun tarihî temellerini en azından sarsıyor, yeniyi ortaya koyarken ise, çok defa ona tarihî temel ve izah tarzı arıyordu. Bu yüzden cumhuriyet döneminde mazinin yeniden yargılanması ve yazılması gerekiyordu. Böylece, gerçekleştirilecek inkılâplar ve konulacak yeni ilkeler açısından tarihe bakılmasına ve yeni sorular sorulmasına zemin hazırlanacaktı.

Mustafa Kemal, “Gelecekte Türk milleti ve devleti ne olacak ve nasıl olacak?” sorusuna büyük önem veriyordu. Bir millet yada devletin gelecekte ne olacağı sorusunun cevabını, ancak tarihte ne olduğuna bakarak vermek mümkün olabilirdi. Dolayısıyla bu sorunun cevabı tarihte saklıydı. Türk Milleti’nin mazide ne olduğunu ve nasıl olduğunu bilmek ise, Türk Milleti’nin tarihini, yani millî tarihimizi öğrenmekle mümkün idi. Ancak şimdiye kadar ihtiyaç hissedilmediğinden, böyle bir tarih anlayışı mevcut olmamış ve bu yönde bir çalışma da yapılmamıştı.

Halbuki millî bir tarih anlayışına sahip olmanın çeşitli faydaları söz konusu idi. Her şeyden önce, cumhuriyetin ilk yılları Türkiye’de millî bir kimlik oluşturma süreci idi. Dolayısıyla millî tarih anlayışıyla yeni rejiminin Türkiye’de oluşturmaya çalıştığı; gelenekçiliğe ve medreseye karşı cephe almış, her meseleyi fikir açısından objektif olarak ele alabilen ve akılcı özelliklere sahip yeni insan tipinin yetiştirilmesi daha kolay olabilirdi. Bu sebeple konu, üzerinde ciddiyetle durulması gerekecek kadar önemliydi.

Atatürk, inkılâp nesillerine millî bir bakış açısından ele alınmış tarih anlayışı kazandırabilmek için tarihle meşgul olmak gerektiğini düşünüyordu. Çünkü, Osmanlılar daha çok dînî tarih anlayışını benimsediğinden, Osmanlı tarihçiliği, ananevî İslam tarihini esas alan bir istikamette gelişmişti. Bu sebeple Türk Tarihi, Selçuklu ve Osmanlı tarihlerinden ibaretmiş gibi ele alınmış, dolayısıyla Orta Asya Türk tarihine temas edilmemişti .

Tarihle ciddî bir şekilde meşgul olunarak, bir çok mevzunun yeniden ele alınması gerektiğini düşünen Atatürk, “Biz şimdiye kadar hakikî, ilmî, müspet manasıyla millî bir devir yaşamadık. Binaenaleyh millî bir tarihe malik olamadık. Bu noktayı biraz izah edebilmiş olmak için hep beraber Osmanlı tarihini hatırlayalım. Osmanlı tarihinde bütün gayretler, bütün mesaî milletin arzusu, emelleri ve gerçek ihtiyaçları nokta-i nazarından değil, belki şunun bunun hususî emellerini, ihtiraslarını tatmin nokta-i nazarından vuku bulmuştur.” sözleriyle meşgul olunacak tarihin sınırlarını da millî tarih olarak çizmişti.

Zaten bütün medenî milletler bu şekilde bir tarih anlayışı benimsemişler ve tarih ilminde evvela ilim metotlarını kendi toplumlarında tatbik ederek ileri gitmişlerdi. Dolayısıyla Türkiye’de de millî tarih ile ilgili çalışmalara başlanması şarttı. Ancak önce tarihe millî bir vasıf kazandırılması icap ediyordu. Bu şüphesiz tarih ilminin Türk Milleti’nin meseleleriyle ilgilenmesiyle mümkün olacaktı. Yani tarih ilmi, millî tarihe, millî kaynaklara ve millî mevzulara yönelecekti.

Atatürk’ün istediği manada millî tarih çalışmalarının sürdürülmesi ve Türk Milleti’nin bir millî tarihe sahip olabilmesi için ortaya koyduğu en önemli görüş ise şüphesiz Türk Tarih Tezi olmuştur.

Atatürk’ün Türk tarihinin bir bütün olarak ele alınıp, araştırılarak ortaya konulmasını sağlamak maksadıyla ileri sürdüğü Türk Tarih Tezinin ana hatlarını şu şekilde sıralamak mümkündür:

1. Medeniyetin ilk çıkış yeri Orta Asya’dır,

  • 2. Brekisefal ve beyaz ırkın ilk yurdu Orta Asya’dır,
  • 3. Türkler brekisefal ve beyaz ırktan olup, ana yurtları Orta Asya’dır.

4. İlk medeniyetin yaratıcısı Türkler olmuştur,

  • 5. Tarih öncesi devirde, Orta Asya’da meydana gelen büyük ve uzun süren kuraklık yüzünden bu medeniyet dağılmış ve sahibi olan Türkler de Hind’e, Çin’e, Mezopotamya’ya, Anadolu’ya, Kafkasya’ya, Balkanlara ve dünyanın diğer yerlerine göç etmişlerdir. Bu göç esnasında gittikleri yerlere medeniyetlerini götürmüşler ve oralardaki toplumlara öğretmişlerdir. Böylece medeniyet dünyaya Türkler tarafından yayılmıştır.

6. Anadolu’nun ilk yerli halkı olan Hititler, Orta Asya’dan gelmiş Türkler olup, bizim atalarımızdır.

Atatürk tarafından ortaya atılan bu tez ile; Türk Tarihi’nin sadece Selçuklu ve Osmanlı tarihlerinden ibaret olmadığı vurgulanarak, Türkler’in, İslamiyet öncesinde de geçmişleri bulunduğu, bunun araştırılarak su yüzüne çıkarılması amaçlanmıştır. Bu tarih tezi ile, Türkler’in İslam öncesi devirlerini anlamak maksadıyla eski Türk Tarihi’ne önem verilmiş ve İslamiyeti kabul etmeden önce de çeşitli medeniyetler kurdukları ve kendilerine has millî bir hayat sürdükleri önemle belirtilmiştir.

Atatürk, ortaya koyduğu Türk Tarih Tezi’nde yer alan bu görüşlerin daha gerçekçi bir yapıya kavuşturulması hususunda da bizzat önderlik etmiştir. O, bu çerçevede 23 Nisan 1930 tarihinde toplanmış olan Türk Ocakları VI. kurultayında, Türk Ocakları Kanununa; “Türk tarih ve medeniyetini ilmî bir surette tetkik ve tetebbu eylemek vazifesiyle mükellef olmak üzere, bir Türk tarih heyeti teşkil eder.” maddesini ekleterek, Türk Ocaklarına bağlı, Türk Tarihi Tetkik Heyeti adlı bir encümen kurdurmuştur.

Türk Ocaklarının 15 Nisan 1931’de kapanması üzerine de, Türk tarihinin araştırılması çalışmalarına ara verilmemesi için aynı tarihte, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti (Türk Tarih Kurumu) kurulmuştur.

1932 Yılında Ankara’da toplanan Türk Tarih Kongresi’nde Atatürk’ün ortaya attığı Türk Tarih Tezi tartışılmış ve bu tez kabul edilerek, Türk Milleti’nin tarihinin, şimdiye kadar yazıldığı gibi, sadece Osmanlı tarihiyle sınırlı olmayıp, çok daha eskilere dayandığı ve temasta bulunduğu milletlerin medeniyetlerini etkilediği sonucuna varılmıştır.

14 Haziran 1935 tarihinde de Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi kurulmuş ve açılan bu kurumlar vasıtasıyla Türk tarihinin, ilmî yönden bütün gerçekleriyle ortaya çıkarılması sağlanmaya çalışılmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, Türk tarihinin nasıl öğretilmesi gerektiği hususuna da büyük önem verilmiştir. Bunun millî tarih çerçevesinde olması gerektiğini düşünen Atatürk’ün, bu konudaki çalışmaların bir an önce tamamlanması hususundaki direktifleri neticesinde de, 1931 yılında, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti tarafından, Atatürk’ün ortaya attığı Türk Tarih Tezinin esasları çerçevesinde, okullarda okutulmak üzere dört ciltlik bir tarih kitabı yazılmıştır.

Bu dönemde yapılan bu çalışmalar neticesinde de, Türk tarihine bakış açısı ve ele alınışı hususunda büyük bir inkılâp gerçekleştirildiğini söylemek mümkündür.

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.