Lozan Barış Antlaşması Öncesi Gelişmeler
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI, ÖNEMİ VE SONUÇLARI
Lozan Barış Antlaşması Öncesi Gelişmeler
Mudanya Mütarekesi, Milli Mücadele’nin silahlı mücadele yönünün başarıya ulaştığını tescil eden bir ateşkes anlaşmasıydı. Kalıcı barışa ilişkin esaslar barış antlaşmasıyla belirlenecekti. Mütarekenin yürürlüğe girmesinden sonra bu istikamette faaliyetler başlamıştır.
B.M.M. hükümeti, barış konferansının İzimr’de toplanmasını ve Rusya, Ukrayna ve Gürcistan Cumhuruyetleri’nin de çağrılmasını istiyordu. Müttefikler Türklerin konferansta Rus desteğini sağlamaya çalışacağını düşünerek bunu kabul etmediler. Lord Curzon da konferansın İzmir’de toplanmasının Vemzelos’u incitebileceğini ve bir Türk şehrinde toplanacak konferansın başkanlığını haklı olarak Türklerin yapacağını, bunun Türkler’in itibarını arttıracağını ileri sürerek reddetti. Müttefikler Rusya, Ukrayna ve Gürcistan’ın ancak kendilerini ilgilendiren konuların görüşüldüğü sırada konferansa çağrılmalarını ve konferans yeri olarak da Lozan’ı kabul ettiler. İngiltere bu konferansa İstanbul hükümetini de çağırmak istiyordu. Bu suretle Türkler arasında ikiliği devam ettirerek durumdan yararlanmayı düşünüyordu.
Mütarekeden sonra İstanbul hükümeti adına Sadrazam Tevfik Paşa 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf göndererek, silahlı mücadeledeki başarıdan sonra birlikte hareket etmeyi, böylece milletin ve memleketin menfaatlerini en üst seviyede temin etmeyi teklif edip, bunları sağladıktan sonra eski düzenin yeniden devam edip gitmesi gerektiğini vurguluyordu .
Mustafa Kemal Paşa cevabi telgrafında, millet adına tek yetkili makamın B.M.M. hükümeti olduğunu, dolayısıyla barış görüşmelerinde Türk Milletini Millî Hükümet’in murahhas heyetinin temsil edeceğini, hukuki olanın da bu olduğunu vurguluyor İstanbul Hükümeti’nin meşruiyetinin kalmadığını belirtiyordu.
İstanbu’ la Ankara arasında bu karşılıklı telgraf teatisinin hemen ardından İtilaf Devletleri İstanbul ve Ankara hükümetilerinin temsicilerini 27 Ekim’de konferansa çağırdılar. B.M.M. Hükümeti, İstanbul Hükümeti’nin konferansa davet edilmesinin Mudanya Mütarekesi’ne aykırı olduğunu, bu durumda konferansa katılmayabileceklerini müttefiklere bildirdi.
Müttefiklerin bu teklifi üzerine sadrazam Tevfık Paşa Ankara’ya yeni bir telgraf göndererek, B.M.M.’ince seçilecek bir kişinin, barış görüşmelerine katılmak üzere İstanbul’un belirleyeceği heyete katılması için gönderilmesini istedi. Şayet bu uygun görülmezse kendisinin, Ankara’nın barış görüşmeleri için oluşturacağı heyete katılmak üzere bakanlarından birini gönderebileceğini bildirdi (29 Ekim 1922). İstanbul’da bulunan Refet Paşa, aynı gün Padişahla görüşerek hükümetin istifasını istedi. Bu gelişmeler Ankara-İstanbul ikiliğini kaldırmak ve saltanat meselesine bir çözüm bulmak için Mustafa Kemal Paşa’ya fırsat verdi.
Tevfik Paşa’nın bu teklifi Meclis’te 30 Ekim’de tartışılmış, Mustafa Kemal’in de içinde bulunduğu bir grup milletvekilinin saltanatın kaldırılmasına ilişkin önergeleri meclis gündemine getirilip, yapılan oylamada gerekli çoğunluk sağlanamadı. Ertesi gün Meclisteki Müdafaa-i Hukuk Grubu’nu toplayan Mustafa Kemal, Saltanatın kaldırılmasının zorunluluğunu vurguladı. Ayrıca saltanatın kaldırılmasına karşı olduğunu bildiği Rauf Bey’i meclisteki odasına çağırarak kendisini ikna ettikten sonra, O’ndan mecliste milletvekillerine hitaben bir konuşma yapmasını istedi. Rauf Bey 1 Kasım’da aynı meseleyi görüşmek üzere toplanan mecliste kendisinden istenen bu konuşmayı yaptı. Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada, hilafetle saltanatın farklı şeyer olduğunu, birbirinden ayrılarak halifeliğin devam edebileceğini, saltanatın millet iradesiyle uyuşmadığını, dolayısıyla kaldırılması gerektiğini vurguladı.
Bunun üzerine bir komisyon kurularak, Saltanat ve Hilafetin birbirinden ayrılarak saltanatın kaldırılmasına dair karar taslağını hazırladıktan sonra meclise gönderdi ve karar mecliste oy çokluğu ile kabul edildi (1 Kasım 1922). Böylece altı asırdan fazla devam eden Osmanlı saltanatı meclisin bu kararıyla sona ermiş oluyordu.
Saltanatın kaldırılmasından sonra 5 Kasım 1922’de son Sadrazam Tevfik Paşa kabinesi istifa etmiş, son padişah Vahdettin ise 17 Kasım’da İstanbul’daki İngiliz savaş gemilerinden bir olan Malaya zırhlısına binerek yurdu terk etmiştir.
Vahdettin’in ülkeyi terketmesinden sonra 18 Kasım’da Hilafet konusu meclisin gündemine geldi. Üzerinde müzakereler yapıldıktan sonra, Türkiye’den ayrılan Vahdettin’in yerine Abdülmecit Efendi halife tayin edildi. Durum kendisine B.M.M. Başkanı Gazi Mustafa Kemal imzasıyla 19 Kasım 1922’de tebliğ edildi.
27 Ekim tarihli çağrılarında müttefikler barış görüşmelerinin 13 Kasım’da Lozan şehrinde başlayacağını bildirmişlerdi. Ancak konferans ilan edilen bu tarihten bir hafta sonra 20 Kasım 1922’de toplantılarına başladı. Konferansta B.M.M. Hükümetin’i İsmet Paşa başkanlığında bir heyet temsil etmiştir.
Konferansa Türkiye, İngiltere, İtalya, Japonya temsilcileri ve Amerika’nın Roma Büyükelçisi katıldılar. Romanya, Bulgaristan, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti, Yunanistan ve Rusya temsilcileri de kendilerini ilgilendiren konular görüşülürken katılacaklardı. Konferansta Türklerle yapılacak barış antlaşmasının esasları tespit edilirken, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla ortaya çıkan asırlık meseleler görüşülecekti.
20 Kasım 1922’den 4 Şubat 1923’e kadar devam eden müzakerelerin ilk devresinde Lord Curzon Türk heyetine devamlı olarak Mondros Mütarekesinin gözlüğüyle baktığı için bir sonuç alınamadı. Türk tarafı ise meseleye Misak-ı Milli açısından bakıyordu. Böylece tartışılan her konu üzerinde taraflar arasında ciddi görüş ayrılıklarının olduğu ortaya çıktı.
Bunlar:
* Türkiye’nin Avrupa’daki sınırının tespiti adalar meselesi.
* Kapitülasyonlar ve mali konular idi.
Türkiye’nin Avrupa’yla olan sınırının belirlenmesinde ileriye sürdüğü görüş anahatları şöyleydi:
– Doğu Trakya’nın batı sınırının Batı Trakyayı da kapsayacak şekilde belirlenmesi, Türkiye’nin savunması ve güvenliği açısından önemli olan Ege adalarının Türkiye’ye verilmesi. Türk tarafının Trakya sınırlarıyla ve Ege adalarıyla ilgili bu istekleri Balkan devletleri ile Müttefik devletlerce kabul edilmedi.
– Sınırlar konusunun en fazla tartışmaya sebep olan kısmı, Türkiye ile Irak arasındaki sınırların belirlenmesiydi. Bu konudaki Türk tezi, Musul Vilayeti’nin ve mülhakatının Türkiye’nin sınırları içinde olması gerektiği şeklinde idi. Türk heyeti bunun haklı gerekçelerini de şöyle sıralıyordu: Bu vilayette nüfus çoğunlukla Türktür, Vilayet İngilizler tarafından, mütareke imzalandıktan sonra, mütarekeye aykırı olarak işgal edilmiştir. Musul’u Türkiye’ye bırakmak istemeyen İngiltere, barış görüşmelerinin belki de en sert direnişini bu mesele görüşülürken sergilemişti. Fransız ve İtalyan temsilcileri de onları desteklemişlerdir. Bu konuda Türkiye’de tezini ısrarla savununca gergin bir hava doğdu. Diğer konulardaki görüşmelerin tehlikeye düşmemesi için şimdilik burada statükonun muhafazasına, meselenin barış antlaşmasının imzalanmasından sonra, bir yıl içinde İngiltere ile Türkiye arasında görüşülerek çözümlenmesine, bu yolla bir sonuca varılamazsa Milletler Cemiyeti’nin hakemliğine müracaat edilmesine karar verildi.
Müttefik Devletler, Kapitülasyonların aynen devam etmesinde ve Osmanlı borçlarının tamamının yeni Türk Devletine ödetilmesinde ısrar ediyorlardı. Bu konulardaki Türk tezi ise, Kapitülasyonların tamamen kaldırılması ve Osmanlı borçlarının ancak Türkiye’nin payına düşen kısmının kabullenilmesi şeklindeydi.
Bütün bunlardan sonra görülen oydu ki müttefikler, Kurtuluş Savaşını pek göz önünde bulundurmayarak, küçük çaplı değişikliklerle Sevr Projesini Milli hükümete de kabul ettirmeye çalışıyorlardı. Bu düşünceden hareket eden müttefikler, 31 Ocak 1923’de Türk heyetine, 4 Şubata kadar incelenmek ve cevaplandırılmak üzere bir barış taslağı sundular. Sevrin ruhu doğrultusunda hazırlanan bu taslak, Misak-ı Milli ruhuyla hareket eden Türk temsilcileri ve Milli hükümet tarafından uygun bulunmadı. Bu durumda konferans dağıldı ve barış görüşmeleri kesintiye uğradı.
B.M.M. Hükümeti 8 Mart 1923’te müttefiklerin antlaşma tasarısına karşı kendi projesini onlara iletti. Barış görüşmelerinin ikinci aşaması, tarafların yeni bir savaşı göze alamaması üzerine savundukları tezlerden karşılıklı kısmî tavizler vermeyi kabullenmeleriyle 23 Nisan 1923’de başladı. Temel meselelere göre yeniden üç komisyon oluşturuldu. Görüşmelerin bu döneminde İngiltere Lord Curzon yerine Horace Rumbold’u temsilci olarak göndermişti. Rumbold’un başkanlığını yaptığı komisyon toprak ve yargı meselelerine, Fransız temsilci Pelle’nin başkanlığını yaptığı komisyon sağlık ve mali sorunları, İtalyan temsilci Montagna’nın başkanlığını yaptığı komisyonda ekonomik problemlere bakacaktı. 17 Temmuz’a kadar süren çalışmalar sonunda temel hususlara son şekilleri büyük ölçüde verilmişti. Nihayet anlaşmaya varılamayan bazı noktalar olmakla birlikte, Temmuz ayının son haftasının başında heyetler anlaşma metnine son şeklini verdiler.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.