Niğbolu Zaferi (1396)
Niğbolu Zaferi (1396)
Osmanlıların, XIV. yüzyılın nihayetinde, Anadolu’daki mücadelelerinin yanı sıra, Avrupa hıristiyan alemine karşı da üç cephede birden üstünlük sağlayarak, ilerlemelerini aralıksız sürdürdükleri müşahede olunmuştur. Hem Eflak, hem de Bosna cihetinden Macaristan kapılarına dayanan Türkler, güneyde ise Mora yarımadasına kadar olan yerleri işgal etmişler, bir taraftan da doğu hıristiyan aleminin merkezi olan İstanbul’u abluka altında tutmuşlardır.
Osmanlı ilerleyişinin kendileri için arzettiği tehlikeleri sezen ve endişeye kapılan ilk ülke Macaristan olmuştu. Macar kralı Sigismund, bilhassa Bizans imparatorunun tahrik ve teşvikleri ile Avrupa’da, Osmanlılara karşı bir askerî sefer hazırlamak için teşebbüse geçti. Macar kralı, daha önce de, Bulgaristan üzerine yaptığı bir sefer dolayısıyla, Türklerle tek başına uğraşamayacağını anlamıştı. Osmanlıların son olarak Niğbolu kalesini fethederek, kuvvetli bir garnizon yerleştirmeleri ve yanı başlarında bulunan Eflak’ı kontrolleri altına alarak, Macaristan’a kadar uzayan Tuna yoluna hakim olmaları Sigismund için, endişe verici bir korku kaynağı olmuştu.
Sigismund’un teşebbüsleri ile Bizans imparatorunun yakın zamanlara kadar süren feryatları, bilhassa Papa’nın teşviki ile, kısa zamanda, bir haçlı ordusunun teşkiline imkan hazırladı. Osmanlılara karşı Macaristan kralı Sigismund’un kumandası altında sevkedilecek kuvvetler arasında, Macarlardan başka Fransız, Alman, Belçika, Felemenk ve İsviçre şövalyeleri ile İngiltere, İskoçya, Savua, Lombardiya ve Rodos kuvvetleri de bulunuyordu. Ayrıca Eflak da askerî harekata katılacaktı. Bu kuvvetler arasında, en heyecanlıları Fransızlar idi. Bunların kumandanı da, kral VI. Şarl’ın dayısı, Burgondiya dukası Philip’in oğlu Kont de Nevers (Jean Nevers), yani Korkusuz Jan adlı genç idi. Bundan başka kralın üç yeğeni ile, mareşal Busiho, amiral prens A. Jaque de Vienne ve sair meşhur generaller de bulunmakta idi. Almanlardan ise Hohenzollern kontu Friedrik ve Johann von Nürnberg ve Palatinit elektörü Robert gibi büyük prenslerin komutasında altıbin kadar Alman askeri savaşa katılmak üzere hazırlanmışlardı.
Diğer taraftan İtalya’da da, kırk kadar gemiden teşekkül eden bir donanma meydana getirildi. Venedikli amiral Tommaso Mocenigo’nun kumandasına verilen donanmaya Rodos şövalyeleri de iştirak eylediler. Bu sefere sadece dört gemi ile zahirî olarak katılan Venedikliler, Rodos, Sakız ve Midilli adalarının da, kendileri ile birlikte hareket etmelerini şart koşmuşlardı.
Sîgismund, Osmanlı sultanının 1396 baharında Macaristan üzerine geleceğini iddia ederek, müttefik kuvvetlerin Macaristan dahilinde tertibat almalarını istiyordu. Ancak Osmanlı hükümdarının böyle bir hareketi görülmeyince, bizzat kendilerinin Türk padişahını arayıp bulmaları ve meydan savaşına mecbur etmeleri icap etmiş idi. Bu yüzden haçlı ordusu, 1396 yılı paskalyasını Viyana’da yaptı. Daha sonra, Macaristan kralının kumandası altına giren müttefik ordu, güneye doğru hareket eyledi. İki koldan ilerlemesine devam eden haçlı ordusunun birinci kolu Fransız şövalyeleri ile birlikte Transilvanya ve Karpat geçitlerinden sonra Sine’den geçerek Eflak’a girdi. İkinci kol ise Sigismund’un kumandasında, Belgrad üzerinden Demirkapı ve Orsova yolu ile Tuna boyundan ilerledi. Haçlı ordusu Katoliklerden teşekkül ettiği için, Ortodoks kasaba ve köylerinde geniş ölçüde yağma ve talanlarda bulundular. Hatta bu arada pek çok Ortodoks hıristiyanı da katlettiler.
Orsova’da Türkler, haçlı ordusuna mukavemet etmek istediler. Ancak, şehirde hıristiyan nüfus fazla olduğundan, askerî bir harekatta bulunamadılar. Haçlı ordusu Orsova’yı işgal eyledi. Buradan Vidin önlerine geldiler. Sigismund, Osmanlı kuvvetlerinin hakimiyeti altında bulunan Bulgar kralı İvan Stratisimir’i Vidin’de muhasara etti. Bulgar kralı, kaleden çıkarak haçlı ordusuna teslim odu. Hıristiyanlar serbest bırakılarak şehirdeki bütün Türkler kılıçtan geçirildi. Rahova’da da mukavemet gösteren Türk kuvvetleri şehid edildiler.
Transilvanya yolundan Eflak’a giren haçlı ordusu kolu ile Macaristan kralının kumandasındaki kuvvetler, Niğbolu kalesi önünde birleştiler. Kaleye hücuma geçmeyen düşman birlikleri, Niğbolu’yu karadan ve nehirden onaltı gün muhasara eylediler. Niğbolu muhafızı Doğan Bey, bu muazzam haçlı ordusu karşısında fütura düşüp teslim olmadı. Macar kralı da asıl kuvvetini Yıldırım Bayezid’e sakladığı için, muhasarayı şiddetlendirip hücumlarda asker telef etmekten çekindi. Orsova ile Vidin şehirlerinin kısa zamanda ellerine geçmesi ve Osmanlı ordusunun henüz görünmemesi, haçlılara cesaret verdi. Savaşı kazanacaklarına muhakkak gözü ile bakıyorlardı. Sigismund ise, meşhur haçlı seferlerini hatırlatarak, Osmanlıları Rumeli’den kovduktan sonra Suriye’nin işgalini ve Kudüs’ün fethini dahi mümkün görüyordu.
Yıldırım Bayezid, haçlıların hududu geçtiklerini, İstanbul muhasarası sırasında haber aldı. Hemen Edirne’ye hareket ederek, Anadolu ve Rumeli’deki bütün kuvvetlerinin burada toplanmasını emretti. Evrenos Bey’i öncü birliği ile, düşmanın keşif kollarının bertaraf edilmesi için ileri gönderdi. Yıldırım Bayezid, İslâm alemine de müracaat ettikten sonra, düşman üzerine yürüdü. Anadolu ve Rumeli askerleri seri bir şekilde Kara Timurtaş Paşa’nın emrinde toplanarak, Osmanlı padişahına iltihak eylediler. Tırnova’ya gelen padişah, haçlıların zahire tedariki için ileri gönderdikleri kolların çoğunu esir aldı. Yıldırım Bayezid’in elinden kurtulup kaçabilenler, düşman ordusuna velvele vererek, Osmanlı padişahının süratle gelmekte olduğunu bildirdiler. Mareşal Busiho, bu sözlere ehemmiyet vermedi. Ancak kulağı kirişte olan Macaristan kralı Sigismund, bu haberin doğru olup olmadığını araştırdı.
Sırp despotu Lazaroviç’in de katıldığı Osmanlı ordusu düşmanı karşılamak için süratle harekete geçmişti. Haçlıların planlarına göre, Osmanlı ordusunun bu kadar süratle geleceği tahmin edilmemekte idi. Eflak hakimi Mirce, Sigismund’dan müsaade alarak, üçbin kişilik bir kuvvet ile Osmanlı ordusu hakkında bilgi toplamak üzere keşfe çıktı. Mirçe’nin tesbitlerine göre, Osmanlı askerlerinin sayısı ikiyüz bin kişi olarak tahmin edilmiş idi.
Bu miktardan endişeye kapılan Sigismund, müttefik haçlı ordusunun komutan ve prenslerine, nasıl muharebe edileceğine dair sualler sordu. Eflak prensi Mirce, süvarileri ile düşmana karşı harekette bulunması için müsaade istedi. Sigismund, diğer taraftan Fransızların karargahına giderek, durumu müşavere eyledi.
Osmanlı ordusunun mevcudu, Eflak prensinin söylediği gibi 200 bin değil, 50-60 bin kadardı; çünkü, Yıldırım Bayezid, Timur gibi cihangir bir hükümdara dahi 70.000 kişilik ordu ile karşı çıkabilmişti. Bazı insaflı Avrupa kaynakları, Osmanlı ordusunun 94-110 bin civarında bulunduğunu yazmaktadır. Haçlı ordusunun mevcudu ise yaklaşık 100.000 civarında idi. Müttefiklerden 10.000’i Fransız, 1.000’i İngiliz, 6.000’i Alman olup, 13.000 kadar da Polanyalı, İtalyan, İspanyol ve Bohemyalı asker vardı. Eflak beyi de 10.000 askerle katılmıştı.
Yıldırım Bayezid, ordusu ile Şıpka geçidini geçtikten sonra, Osma vadisinde, Niğbolu ovasına hakim bir tepede ordugahını kurdu. Niğbolu kalesinin erzak ve mühimmat durumunu tesbit eden Bayezid, bilhassa Osmanlı kaynaklarında belirtildiğine göre, bir gece tek başına düşman birliklerinin arasından, kuşatılmış bulunan Niğbolu kalesinin surları dibine kadar gelerek, kale muhafızı Doğan Bey’le konuşmuş ve sonra da kimseye görünmeden geri dönmüştür.
Osmanlı kuvvetlerinin tertibat aldığını gören Macar kiralı Sigismund, müttefik kuvvetlerine bir harp nizamı vermek istedi. Türk ordusunun muharebe vaziyetini bildiği için, ilk defa Eflak prensinin kuvvetlerinin ileri gönderilmesini emretti. Asıl kuvvetinse, Osmanlı ordusunun merkezî gücünü teşkil eden Yeniçerilere ayrılmasını istedi. Bu suretle, Fransızların geride bulunarak, Türk ordusunun merkezine yüklenip, kesin askerî zaferi temin eylemelerini teklif etti. Ancak, Osmanlıyı tanımayan ve Türk savaşları hakkında bilgisi bulunmayan Burgondiya dükü Korkusuz Jean ile öteki Fransız prens ve kontları, Sigismund’un teklifini kabul etmediler. Hatta, Sigismund’un, müslümanlara karşı kazanılacak zaferin şerefini kendisine münhasır kılmak istediğinden şüphe etmeye başladılar. Baştan beri ordunun öncüsü olduklarını ileri sürerek, tam savaş sırasında geride kalmayı gururlarına yediremediler. Nihayet, Sigismund’ın Türklere karşı, ilk önce Macar askerlerinin savaşa girmesi teklifini de reddedip kendi isteklerini haçlı ordusuna ve Macaristan kralına kabul ettirdiler. Böylece, hristiyan ordusu, bütün süvari kuvvetlerini ileri sürdü. Savaşın bütün yükü süvarilerin üzerlerinde toplandı.
Yıldırım Bayezid, Niğbolu savaşında mahirane bir manevrada bulundu. İntizamsız akıncı süvarileriyle azap piyadelerinden ibaret olan ordunun birinci kısmını tepenin eteklerine, öncü süvariler ile ardcı piyade birlikleri arasındaki arızalı bir mıntıkaya yerleştirdiği gibi, görüş sahasının dışında, tepenin diğer sath-ı mailine de usta birlikler koydurdu. Kendisinin bizzat kumanda ettiği sipahiler ile Stefan Lazaroviç’in kumandasındaki Sırpların da dahil bulunduğu ikinci kısmı ise, ani bir hücum için pusuya yerleştirdi. Yıldırım Bayezid’in bu hareketi, başlangıçta zaferin bütün şerefini Fransa’ya götürmek isteyen Fransız birlikleri tarafından anlaşılamadı. Bu yüzden hiçbir tereddüde mahal bırakmadan, Osmanlı kuvvetlerinin merkezinde, ön kademede yer almış bulunan azap askerlerinin üzerine yüklendiler. Kısa zamanda dağılan ve oraya buraya kaçışmaya başlayan azapları hezimete uğrattılar ve bazılarını katlettiler. Daha sonra, azapların gerisinde yer almış olan yeniçerilerin üzerine saldırdılar. Ancak yeniçerilerin isabetli ok yağmuru üzerine, bir hayli telefat verdiler. Aynı anda da, sol taraftan Anadolu askerine kumanda eden Şehzade Mustafa’nın taarruzuna uğradılar. Ancak bu kuvvetleri geri püskürten Fransızlar, daha ileriye giderek, Yıldırım Bayezid’in pusu kurduğu mahalle kadar geldiler. Bu durumda Yıldırım Bayezid, merkez kuvvetini bir miktar geriye çekti. Bir bakıma bozgun havasını andıran bu çekilme, Fransız kuvvetlerine cesaret verdi. Nihayet daha da sokularak kıskacın içine iyice girdiler. Yıldırım Bayezid, ikinci plana aldığı kuvvetleri de ikiye ayırıp, tepeyi Fransız hücumuna karşı zayıf bir müdafaa ile korumaya çalıştı. Fransızlar, Osmanlı mukavemetinin kırıldığını ve tepeyi işgalleri ile de, savaşın Türklerin mağlubiyeti ile neticelendiğini zannettiler. Tam bu sırada, Yıldırım Bayezid kumandasındaki kuvvetler pusu yerlerinden fırladılar. Henüz savaşa girmemiş taze Osmanlı kuvvetleri ile karşılaşan Fransızlar şaşırdılar. Dizginlerini geriye çevirmek istediklerinde, Türk ordusunun ric’at yollarını tamamıyla kapadığını gördüler. Şehzade Süleyman Çelebi, Çandarlızade Ali Paşa, Rumeli beylerbeyisi Firuz Bey ile Malkoç ve Timurtaş Beyler sağ kanattan, Şehzade Mustafa Çelebi, Anadolu beylerbeyisi Timurtaş Paşa, Karaman beylerinden Mehmed, Turhan, Beşir ve Tahir Beyler de sol koldan taarruza geçerek, düşman ordusunu ortaya aldılar. Bu arada Fransızlara yardım için Sigismund tarafından gönderilen kuvvetler de savaş sahasına giremeden çekilmek zorunda kaldılar.
Fransız taarruzu ile Osmanlı imha harekatı yaklaşık üç saat kadar sürdü. Osmanlı tarihçisi Neşrî, savaşı naklederken “Kafirler İslâm çerisini iki bölük edip araya almak istediler. İslâm leşkeri dahi iki bölüm olmuşlardı. Sultan Bayezid Han tarafı pusuda durmuşlardı. Cuma günü sabah, ol bir bölük gaziler, hemen hücum edip, Üngürüs’ün üzerine yürüyüp ve iki taraftan kafirler dahi ol bir bölük eri araya alınca, hünkar pusuda durmuş idi. Hemen tekbir edip, bir kezden küffarın üzerine hücum ettiler. Kafirler dahi gördüler, Türk’ün pusuda halkı var. Türk imiş deyip, hemen domuz gibi ürküp, karga şahinden kaçar gibi hezimete yüztuttular.” demektedir. Solakzâde ise, “…Macar askerleri de dinlerinin gayreti gereği karşı durup, birbirleri ile hayli cenk eylediler. Birbirlerine cihanı dar kıldılar. Muharebe ve mücadele sırasında, kolu kopan bir düşman, cihan padişahının gafilane, arkasından mübarek başlarına bir baş doğan havale eylediler. Yıldırım Bayezid Han yaralandı. Hatta o şiddetli darbenin acısından aklı başından gitti. Nihayet dayanamayarak yere indirdiler. Hele Hak Teâlâ korudu. Vücudlarına korkulacak derecede bir zarar isabet etmedi. Bu daha önce kendilerinden hasıl olan fısk u fücurun şeameti idi ki, gelip zuhur eyledi. Hazır bulunan hademeler, gayrete gelip, ne hal ise, tekrar büyük bir at verip bindirdiler. Yaralı oldukları halde, eline kılıcını alarak yanar ateş gibi düşmanın üzerine atıldılar. Diğer beyler de, padişahın bu gayretini görünce, onlar da gayrete gelip, düşmanın üzerine aç kurt koyun sürüsüne nasıl dalarsa öylece daldılar. Nihayet inatçı düşman güruhu, darmadağın ve perişan oldular. Ekserisi Tuna Yıldırım Bayezid, Niğbolu savaşında mahirane bir manevrada bulundu. İntizamsız akıncı süvarileriyle azap piyadelerinden ibaret olan ordunun birinci kısmını tepenin eteklerine, öncü süvariler ile ardcı piyade birlikleri arasındaki arızalı bir mıntıkaya yerleştirdiği gibi, görüş sahasının dışında, tepenin diğer sath-ı mailine de usta birlikler koydurdu. Kendisinin bizzat kumanda ettiği sipahiler ile Stefan Lazaroviç’in kumandasındaki Sırpların da dahil bulunduğu ikinci kısmı ise, ani bir hücum için pusuya yerleştirdi. Yıldırım Bayezid’in bu hareketi, başlangıçta zaferin bütün şerefini Fransa’ya götürmek isteyen Fransız birlikleri tarafından anlaşılamadı. Bu yüzden hiçbir tereddüde mahal bırakmadan, Osmanlı kuvvetlerinin merkezinde, ön kademede yer almış bulunan azap askerlerinin üzerine yüklendiler. Kısa zamanda dağılan ve oraya buraya kaçışmaya başlayan azapları hezimete uğrattılar ve bazılarını katlettiler. Daha sonra, azapların gerisinde yer almış olan yeniçerilerin üzerine saldırdılar. Ancak yeniçerilerin isabetli ok yağmuru üzerine, bir hayli telefat verdiler. Aynı anda da, sol taraftan Anadolu askerine kumanda eden Şehzade Mustafa’nın taarruzuna uğradılar. Ancak bu kuvvetleri geri püskürten Fransızlar, daha ileriye giderek, Yıldırım Bayezid’in pusu kurduğu mahalle kadar geldiler. Bu durumda Yıldırım Bayezid, merkez kuvvetini bir miktar geriye çekti. Bir bakıma bozgun havasını andıran bu çekilme, Fransız kuvvetlerine cesaret verdi. Nihayet daha da sokularak kıskacın içine iyice girdiler. Yıldırım Bayezid, ikinci plana aldığı kuvvetleri de ikiye ayırıp, tepeyi Fransız hücumuna karşı zayıf bir müdafaa ile korumaya çalıştı. Fransızlar, Osmanlı mukavemetinin kırıldığını ve tepeyi işgalleri ile de, savaşın Türklerin mağlubiyeti ile neticelendiğini zannettiler. Tam bu sırada, Yıldırım Bayezid kumandasındaki kuvvetler pusu yerlerinden fırladılar. Henüz savaşa girmemiş taze Osmanlı kuvvetleri ile karşılaşan Fransızlar şaşırdılar. Dizginlerini geriye çevirmek istediklerinde, Türk ordusunun ric’at yollarını tamamıyla kapadığını gördüler. Şehzade Süleyman Çelebi, Çandarlızade Ali Paşa, Rumeli beylerbeyisi Firuz Bey ile Malkoç ve Timurtaş Beyler sağ kanattan, Şehzade Mustafa Çelebi, Anadolu beylerbeyisi Timurtaş Paşa, Karaman beylerinden Mehmed, Turhan, Beşir ve Tahir Beyler de sol koldan taaruza geçerek, düşman ordusunu ortaya aldılar. Bu arada Fransızlara yardım için Sigismund tarafından gönderilen kuvvetler de savaş sahasına giremeden çekilmek zorunda kaldılar. Ekserisi Tuna nehrine döküldü, diğerleri kararlarını firara tebdil eylediler.” diye yazmaktadır.
Eflak voyvodası Mirce, savaşın gidişatını görünce, neticeyi kestirerek hemen memleketine döndü. Muharebenin en tehlikeli safhası bittikten sonra, Türk kuvvetleri derhal ve şiddetli bir şekilde Macar kuvvetlerinin üzerine hücuma geçti. İhtiyatlarını bile savaşa sokmuş olan Macaristan kralı Sigismund, hiçbir muvaffakiyet elde edemedi. Kat’i neticenin alınabileceğini kestiren Yıldırım Bayezid, kendi ihtiyat kuvvetlerini de derhal taaruza geçirmek suretiyle, haçlı kuvvetlerini müthiş bir paniğe uğrattı. Sigismund bir kısım maiyeti ve bazı adamlarının yardımı ile, Tuna nehrini bir balıkçı kayığı ile geçmek istedi. Nehirde Venedik amirali Tammaso Mocenigo’nun kadırgalarından birisine yanaşarak, Karadeniz’den İstanbul tarafına firar eylemek düşüncesindeydi. Daha sonra Marmara denizi ile Çanakkale boğazından da geçip Modon limanına uğrayan kral, Dalmaçya sahillerinden binbir güçlükle memleketine gelebildi. Diğer taraftan Bayezid, onun maktul düştüğünü zannederek, cesedini arattı ise de bulamadı.
Niğbolu savaşında pek çok haçlı askeri katledilmişti. Birçoğu da panik içinde, firar ederken Tuna nehrine düşmüş ve boğularak can vermişlerdir. Diğer taraftan sayısız düşman kumandan ve askeri de esir alınmıştır. Esir alınanlar arasında Kont de Never (henüz yirmi iki yaşında bulunan Korkusuz Jean), Philip Dartova, Grand Mareşal de Franc, Kont de La Marche, Henri Dubar ve Busiko ile sair pek çok asilzade ve yüksek rütbeli kumandan bulunmaktaydı.
Kesin netice alındıktan sonra, savaş meydanını gezen Yıldırım Bayezid Gazi, hudut muhafızlarından pek çok İslâm esirinin, teslim olmalarına rağmen öldürüldüğünü görerek fevkalade müteessir olmuş; bu yüzden, karşılık olmak üzere, alınan esirlerin bir kısmını öldürtmüştür. Savaş sırasında esir düşen ve hadiseye bizzat şahit olan Şiltberger, Osmanlı padişahının o andaki halini şu satırlarla dile getirmektedir: “Türk padişahı, muharebeyi kazandıktan sonra kral Sigismund’un bulunduğu ve savaşın cereyan ettiği mahallerde durarak, telef olan askerlerine baktı. Telefatın çokluğunu görerek ağladı. Dökülen kanları intikamsız bırakmamaya yemin etti; ne kadar esir varsa, ertesi günü getirilmesini, getirmeyenlerin kati ve mallarını müsadere edileceğini beyan etti. Ertesi günü, bütün gaziler, ne kadar esirleri varsa, ipe bağlı olduğu halde getirdiler. Ben de beni esir eden tarafından, bir ipe bağlı olarak esirlerin üçüncü sırasında oraya götürüldüm. Esirler padişahın yanına getirdildikleri zaman, Osmanlı padişahı, askerinin intikamını nasıl alacağını göstermek için, Burgondiya dukası Korkusuz Jean’ı da yanına aldı. Burgondiya dukası, padişahın hiddetini görerek, istediklerinin hayatını bağışlamasını rica etti. Bayezid Han da bunu kabul eyledi. Dük, kendi memleketinden oniki beyi ve Stefan Şimhen ile Hans von Burman’ı yanına aldı. Padişah herkesin esirini öldürmesini emretti. Arkadaşlarımın kafaları kesildi. Sıra bana gelince, padişahın oğlu beni görerek, hayatımın bağışlanmasını emretti. Yirmi yaşından küçük olanları öldürmedikleri için, beni de diğer çocukların yanına götürdüler. Ben o zaman ancak onsekiz yaşında idim”.
Niğbolu savaşında, henüz kesin netice alınmadan firar eden Eflak askerleri ile Hırvat kuvvetlerinin dışında, bütün düşman askerleri imha edilmiştir. Maktuller arasında, Fransız amirali Jaques Burhbonne ile Philip de la Bor gibi yüksek ailelere mensup olanlar da vardı.
Niğbolu zaferi hakkında kaynaklar değişik tarihler veriyorsa da, savaşın 25 Eylül 1396 tarihinde vuku bulduğunu beyan edenler ekseriyettedir. Zaferin arkasından, düşman eline geçmiş olan bazı kaleler, tekrar Osmanlı idaresine bağlanmıştır. Bu arada Vidin Bulgar krallığına son verilmiş, hemen arkasından da Macaristan içlerine doğru müthiş bir akın gerçekleştirilmiştir.
Muharebeden sonra, esir alınan asilzadelerin bir kısmı önce Edirne’ye, oradan da Gelibolu’ya götürülerek, haçlı donanması ile Çanakkale boğazından geçmekte olan Macaristan kralı Sigismund’a gösterilmiş, daha sonra da Bursa ve Mihaliç’e nakledilmiştir. Yıldırım Bayezid, Korkusuz Jean’ı da Bursa’ya getirerek kendi sarayının civarındaki bir konakta misafir etmiştir. Bir gün ziyafete davet eylediği Korkusuz Jean’a dönerek, “Jean, sizin memleketinizde büyük bir bey olduğunuzu biliyorum; henüz gençsiniz. İstikbalde, şövalyelikte hâsıl olan bu lekeyi silmek için benimle muharebe etmeye gelirsiniz. Bundan korkum olsa idi, size yemin ettirirdim. Ne zaman gelirseniz geliniz, beni ve askerimi karşınızda bulacaksınız; çünkü ben böyle bir maksat ve benden önde bulunanları yenmek için doğmuşum.” demiştir.
Niğbolu’da esir düşen asilzadeler, sonradan Macaristan, Fransa ve Kıbrıs krallarının teşebbüsü ve Midilli prensinin kefaleti ile 200.000 altın florin fidye karşılığı serbest bırakılmışlardır. Savaşta alınan ganimetlerden padişahın hissesine düşen paranın bir kısmı ile Anadolu ve Rumeli’de yeni hayrat inşaatlarına başlanıldı. Yıldırım Bayezid, bu hayrat arasında Edirne’de bir imaret (darülhayr), Bursa’da bir imaret, bir bimaristan, iki medrese, Ebû İshak Hâce için, Kâzerûnî tarikatına mahsus bir tekke ve bir cami inşa ettirerek bunlara vakıflar tahsis eyledi.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.