Orhan Gazi’nin Devri ve Şahsiyeti

28 Mart 2014 tarihinde tarafından eklendi.

Orhan Gazi’nin Devri ve Şahsiyeti

Osmanlı devletine gerçek bir hüviyet kazandıran Orhan Gazi, ülkenin topraklarını bir misli genişletmiştir. Devlet teşkilatının ilk kurulduğu devir Orhan Gazi’nin saltanatı zamanıdır. Otuzsekiz yıl gibi hayli uzun bir saltanat devresinde, fethedilen yerlerin elde tutulması ve iskanı yanında, onu en çok meşgul eden husus, devlet teşkilatının iyi bir temele oturtulması idi.

Orhan Gazi, beyliğinin hudutlarının mütemadiyen genişlemesi, yeni müesseselerin kurulup sağlam temellerin atılması, bu siyasi varlığa bir hayatiyet ve devamlılık kazandırmakta idi. Osmanlı Beyliği, günden güne geliştiği için, yavaş yavaş eski aşiret usul ve kaidelerinden, Türk ve Türkmen törelerinden az-çok ayrılarak zaman ve şartlara göre her ihtiyaca cevap verecek modern bir hüviyet kazanma yolunu tuttu. Ancak, bu kanun ve prensipler vaz’olunurken, Türk-İslâm töre ve ilkelerinden ayrılınmayarak, dar bir manaya girenler, daha umumi bir şekil aldı.

İdari sahada, adalet ve askerlik işlerinde teşkilatlanmak zaruri hale gelmiş idi. Bu teşkilatlanma hususunda ulema sınıfına mensup Cendereli (Çandarlı) Halil Paşa ile Alaeddin Paşa’nın hizmet ve faaliyetleri son derece yararlı ve yerinde olmuştur.

Yapılan icraat ve düzenlemeler “Teşkilat” bölümünde daha geniş olarak verileceği için, Osmanlı tarihinin kuruluş, gelişme ve genel karakteri üzerinde bir fikir vermesi bakımından yararlı olacağı düşüncesiyle, Orhan Gazi devrinin teşkilatla ilgili kuruluş ve işleyiş sistemini kısaca yazmakta fayda umulur.

Orhan Gazi, babası zamanında olduğu gibi, fetih harekat ve siyasetini Bizans cihetine doğrultmuş idi. 1302 yılında Karacahisar sancak beyliğine tayin edildiğinde, o devrin siyasi durumuna göre, Selçuklu devletinin bir uc beyi hüviyetinde idi. Babası bağımsızlığını ilan edince, beylerbeyilik unvanını alan Orhan Gazi, o zamanlar teşkilat içinde “Emîr-i Kebîr” olarak çalışmıştır. Hatta, padişah olduğu 1338 yılında dahi bu unvanı kullanmıştır.

Orhan Gazi, Bursa’yı zabtettikten sonra, İznik ve İzmit şehirlerine yönelmiş; deniz sahilini İstanbul Boğazı’na kadar eline geçirmiş idi. Ancak, İstanbul gibi müstahkem bir şehrin, Osmanlı devletinin o zamanki imkanlarıyla alınamaycağını anlayınca, fütuhat istikametini değiştirerek Gelibolu cihetine yönelmiştir. Akın faaliyetlerini de, coğrafi sahası iyice daralmış olan Bizans’a karşı değil, yeni ortaya çıkan fırsatların şevki ile Rumeli topraklarına yöneltmiştir.

Bu arada, Anadolu işlerinde mühim bir rol oynayacak bir mevki edinebilmek için bazı teşebbüslerde bulunan Orhan Gazi, oğlu Şehzade Süleyman’a, Ankara ve çevresini işgal ettirip, -buralarda mevcut aile, timar ve malikaneler üzerindeki haklarını koruyarak, merkezî Anadolu’da kendine destek sağlama, fakat aynı zamanda, bu bölgede cereyan eden siyasi hadiselere vukuf kesbetme gayelerini hedef seçmişti. Selçukluların inkirazı ile çözülen Anadolu birliğinin yeniden sağlanması hususundaki düşünce faaliyetleri, takip ettiği siyasetin başlıca hareket noktası olmuştur. Nitekim Bursa-Ankara-Tokat istikametinde yayılmayı ve coğrafi saha kazanmayı planlarken, Germiyanoğlu Beyliği ile Eretna devleti kumandanlarından Kutluşah’a himayetkar ve müttefik davranması Orhan Bey’in harekat tarzının bir ifadesidir. Bu tür düşüncelerinin, bilhassa Bizans’a karşı kazandığı zafer ve gazaların Anadolu ufkunda büyük bir tezahürata ve alakaya vesile olmasından kaynaklandığı da muhakkaktır. Hatta Anadolu Türk beyliklerinin, onun gaza ve cihad seferlerine, askerî birlik göndermek suretiyle destek olmaları, haklı bir itibar ve üstünlüğe vesile olmuştur.

Devlet idaresi kuruculuğu vasfına gelince, onun gerçek bir teşkilatçı olduğu, yaptığı nizam ve düzenlemelerle açıkça anlaşılır. Orhan Gazi, teşkilat çalışmalarında Anadolu Selçukluları ile İlhanlıları kendisine örnek seçmiştir. Kurduğu teşkilatın esas merkezi, beylik merkezindeki “divan” idi. Orhan Gazi’nin saltanatı boyunca, bu divan, beyliğin kapasitesi ölçüsünde hizmet gören, küçük ve mütevazi bir özelliğe sahipti. Bey unvanını taşıyan hükümdar bu divana başkanlık etmekte idi. Yanında kendisine yardımcı bir de veziri bulunmakta idi. Fetih veya kılıç hakkı dolayısıyla, beylik ordusunun başına Selçuklu geleneklerine göre, henüz bir beylerbeyi tayin edemeyen hükümdar, bu görevi, kendisinden sonra devletin başına geçecek olan şehzadeye tevdi edebilmekte idi. Bu yüzden, idaresinin sonuna kadar divanda askerî temsilci bulunmamış, bu temsil hakkını kendisi icra etmiştir.

Divana kendisinden başka, hükümet reisi durumunda ve ilk kuruluş devirlerinde ilmiye sınıfından gelmesi mutat olan vezirin de başkanlık ettiği oluyordu. Orhan Gazi’nin zevcelerinden Asporça Hatun’un vakfiyesinden anlaşıldığına göre, beyliğin ilk veziri, ilmiye sınıfına mensup Hacı Kemaleddinoğlu Alaeddin Paşa idi. Bir Ahi ricali olduğu sanılan Alaeddin Paşa, Orhan Gazi’nin küçük kardeşi Alaeddin Bey ile karıştırılmaktadır. Orhan Gazi’nin ikinci veziri ise, Âhi Mahmudoğlu Nizameddin Ahmed Paşa’dır. Bunu müteakip Hacı Paşa vezirlik yapmıştır. Orhan Gazi’nin son veziri, yine Ahi ricalinden olan Sinaneddin Yusuf Paşa’dır. Vezir divanda beylerbeyilik unvanı ile temsil edildiği için, hem askerî hem de sivil işleri idare ve Orhan Gazi’ye divan haricinde askerî meseleleri arzediyordu. Divan üyeleri, Sultan Orhan devrinde, bir vezir, Bursa kadısı ve bey olmak üzere en fazla dört kişiden teşekkül ediyordu. Divan, memleket işlerinin görüldüğü ve kararların alındığı en yüksek makam idi. Maliye işlerine bakan ve divana vezirin maiyyetinde giren bir memur daha bulunmakta idi. Bursa kadısı, aynı zamanda kazaskerlik hizmetini de görmekte idi. XVI. yüzyılın ortalarına kadar divanda bir vezir bulunmuştur. Bu hususta önemli bir değişiklik olmak üzere, Şehzade Süleyman’ın yerine ordunun başına geçen Murad’m Ankaraya gitmesi zarureti hasıl olduğunda, Rumeli harekatının başına Lala Şahin Paşa getirilerek, kendisine beylerbeyilik unvanı verilmiştir. Orhan Gazi, bu arada, ilmiye sınıfından olmayan, saray mensuplarından Lulu (Lolu) Paşa’yı berlerbeyi tayin ederek Ankara’ya göndermiş idi. Böylece, o zamanlar sadece vezirlere mahsus olan paşa unvanını alıp beylerbeyi vezir tayin edilen kimseler, başşehirde bulundukları sıralarda, divana katılma yetkisini haiz olmuşlardır.

Osmanlı divanında vezirler ile, askerî sınıfa mensup kimselerin giyecekleri elbiselerle başlarına saracakları sarıkların şekli tesbit olunmuş idi. Böylece devlet erkanı ve askerî sınıf ile halkın giyecekleri kıyafet birbirlerinden ayrılmış oldu. Orhan Gazi, divanda burma tülbent sarınmış ve kırmızı börk giyen Anadolu beylikleri askerlerinden ayrılmaları için kendi askerine beyaz börk giydirmiştir. Yine bu arada, kumandanlarla askerler, dar yenli Tatar kaftanları giymişlerdir. Bunların uçları, elin üstünü örtecek şekilde yapılmıştır. Kumandanlar ham kumaştan geniş dikişli elbiseler giyinmiş, askerler ise, keçeden yapılmış beyaz börke bürünmüşlerdir.

Osman Gazi zamanından beri elde edilen yerler dahil, şehir, kasaba ve sancak merkezlerinin idaresinde; fetheden gazilere verilmek suretiyle doğrudan doğruya aşiretin ileri gelenlerinden ve birer askerî kumandan olan beyler görevlendiriliyordu. Bu sistem de, yine Selçuklu idaresine benzemekte idi. Bundan dolayı, birer kaza merkezi olan Eskişehir, Bilecik, İnönü, Söğüt, İznik, Karacahisar, İzmit ve Yenişehir’in başlarında, birer kadı ile subaşı bulunmakta idi. Subaşılar hem kazanın asayişi ile vazifeli, hem de bölgenin askerî reisi idiler. Kazalar, daha sonra birer sancak haline getirilerek, savaşlara fiilen kumandan olarak katılanlara tevcih edildi. Bunlar içerisinde en önemli sancaklar, şehzadelerin idaresine verildi. Bursa şehri, emîr-i kebîr unvanını taşıyan ve fiilen hükümdar olan Orhan Gazi’nin idaresinde bulunuyordu. Bu yüzden Bursa’nın adı Bey Sancağı idi.

Sancak ve kaza merkezi olan şehir ve kasabalarda, askerî işlerin dışında, bütün idari, adli ve belediye ile ilgili hizmetler, kadıların uhdesinde idi. Bu kadıların üstünde Bursa kadısı yer almakta idi. Bursa kadısı, ilmiye mesleğinin en yüksek makam ve mercii olup kadıların tayin ve azillerinde yetkili idi.

Orhan Gazi, askerî hiyerarşide de önemli değişiklikler ve düzenlemeler yaptı. Tüm timar erbabını, belirli birlikler halinde birtakım kademelere bağladı. Timarlı sipahi, Osmanlı ordusunun en önemli unsurunu teşkil ediyordu. İlk zaman timarlı askerleri, daha ziyade aşiretlerden topluca vazifeye alınan sipahiler idi. Bunlar arasında oymak başı durumunda olanlar, seferlere kendi kabile ve aşiretlerinin adamları ile katılıyorlardı. Bunlara gaza ve fetihten sonra belirli timarlar tahsis ediliyor, reislerine ise daha yüksek gelirli timarlar veriliyordu. Bu timarlı sipahilerin tamamı atlı idi. Nihayet bunların da başında daha yüksek bir timara sahip alay beyi bulunuyordu. Her kazanın timarları da, birer cerihasının idaresinde idi.

Orhan Gazi’nin devrinde devletin dayandığı ikinci sınıf askerî kuvvetler de yayalar ve müsellem adı ile anılan askerî teşkilat idi. Yaya ve müsellem askerleri, Türk gençlerinden seçilmekte olup hudut kale ve hisarlarında daimi askerlik hizmetinde bulunmakla görevli idiler. Bilhassa Çandarlı Halil Paşa’nın tasarrufu ile meydana getirilen bu askerlerden her on kişiye bir onbaşı, yüz kişilik birliğin kumandasına da bir yüzbaşı tayin edilmekte idi. İlk önce 1.000 kişilik bölükler halinde tertip edilen bu askerlere ikişer akçelik ulufeler ödendi ve hepsi padişah hizmetinde bulundu. Yine bu askerler, savaş zamanlarının dışında kendilerine tahsis edilen toprakları işlerler ve her türlü vergiden muaf tutulurlardı. Müsellemler, yaya olup her otuz nefer bir ocak meydana getirmekte idi. Her ocaktan beş asker, sefer zamanı nöbetle savaşa giderdi. Sefere gitmeyenler ise, yamak olurlar ve sefere gidenlere, dönünceye kadar muayyen bir harçlık verirlerdi. Nitekim bu usul, XVI. yüzyılda diğer askerî teşkilatta, Yörükler ve Tatarlar arasında da yürürlüğe konulmuştur. Orhan Gazi’nin son zamanlarına doğru, ordu teşkilatı daha da genişlemiştir. Dolayısıyla askerî sınıflar, daha tertipli bir hale gelmiştir. Bu devirde, artık gazalarda yiğitlik gösteren gazilere sancaklar veriliyor ve yüksek timarlar tahsis ediliyordu.

Orhan Gazi devrinin dikkate değer bir yanı da, Bursa’nın fethini müteakip, burasının bir Türk hüviyeti kazanması için sarfettiği gayrettir. O zamana göre, son derece müessir ve büyük bir hadise olan Bursa’nın fethi ile Orhan Gazi’nin burasının bir devlet başkenti olması için sarfettiği gayretler, kendisinden sonra da aynen sürdürülmüştür. Orhan Gazi, Bursa’daki kilise ve manastırları cami ve mescid haline koymakla, kısa zamanda Türk nüfusun ihtiyaçlarını karşılamıştır. İznik’in fethi üzerine, Bizans’a karşı yakınlığı dolayısıyla, seferlerin buradan daha iyi yönetileceğini görerek, bir aralık beylik merkezini bu şehre nakletti ve geniş sosyal tesislerini burada vücuda getirdi. 1326’dan sonra tekrar döndüğü Bursa’da cami, medrese, hankâh ve imaretler inşa ettirdi ve bunlara zengin vakıflar tahsis etti. Orhan Gazi’nin yaptırdığı bu imaret, hankâh ve misafirhaneler Anadolu’dan gelip uc boylarına giden aşiretlerin yolculuklarını hayli kolaylaştırıyordu. Bu tesisler, hemen bütün Anadolu’dan Türk nüfusun Bursa istikametine çekilmesini temin ediyordu.

Selçuklu sultanı II. Mes’ud’un 12 kıratlık (2,4 gram) bir dirhemi ile, bunun yarısı olan 6 kıratlık akçesinin, Fatih devrine kadar, ilki Orhan Gazi tarafından Bursa darphanesinde kesilen Osmanlı sikkelerine örnek olduğu görülmektedir.

Orhan Gazi’nin Şehzade Süleyman Paşa, Sultan Murad, İbrahim, Halil ve Kasım adlarında altı oğlu vardı. Kendisi vefat ettiğinde oğullarından Murad, Halil ve İbrahim Beyler hayatta idiler. Şehzade Halil Teodora’dan olduğu için Bizanslılar kendisine alaka göstermişler, hatta imparator Yuannis kızlarından birisini bu şehzadeye vermek istemiştir. İbrahim’in annesi ise yine Bizans imparatoru Andromikos’un kızı Asporça Hatun’dur. Orhan Bey’in Asporça Hatun’dan Fatma adında bir de kızı olmuştur. Süleyman Paşa ile Sultan Murad ise Yarhisar tekfurunun kızı Nilüfer Hatun’dan dünyaya gelmişlerdir.

Cesur ve akıllı bir padişah olan Sultan Orhan, fevkalade idarecilik meziyetlerine sahipti. Teşkilatçılığı, Osmanlı devletini sarsılmaz bir temele oturtmuş ve bu temelden muhteşem bir imparatorluk meydana gelmiştir. Aynı zamanda cömert ve dindar biri olan Orhan Gazi, tarikat erbabını himaye eder, ulemayı ise daima yanında bulundururdu. Geyikli Baba’ya duyduğu saygı, tarih kitaplarında anılagelmiştir. Bu zat için zaviyeler yaptıran Orhan Gazi, ıssız yerleri imar etmeyi çok severdi. Bu yüzdendir ki, imaretini, Gökdere gibi ıssız bir yerde yaptırmıştır.

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Şu Sayfamız Çok Beğenildi
KPSS Tarih Kısa Cevaplı Soru ve Cevapları