Orta Assur Krallığında Uygarlık
Ticaret
Mezopotamya’da kentlerin gelişmesi ve güçlü siyasal bir yapıya sahip olmaları ticaretten pay almalarıyla mümkündü. Mezopotamya’da Uruk döneminden itibaren uluslararası bir ticaret ağının kurulduğunu belirtmiştik. Yaygın ticaret Sümerler döneminde de gelişerek devam etmiştir. Tunç yapımı için gerekli olan kalay ve takı yapımında kullanılan değerli taşlara duyulan ihtiyaç Doğu dünyası ile kesintisiz bir bağın kurulmasını zorunlu hale getirmişti. Afganistan ve Pakistan’dan gelen değerli taşlar, Mezopotamya’daki kentlerde kurulmuş atölyelerde işleniyor ve elit sınıfın beğenisi için değerli takılar yapılıyordu. Mavi bir taş cinsi olan lapis-lazuli gibi yarı değerli taşlar prestijli takılarda kullanılıyordu. Kereste, bakır ve diğer hammaddelere duyulan ihtiyaç ise büyük oranda Anadolu’dan karşılanıyordu. Mezopotam-ya’daki ticari faaliyetler MÖ ikinci binyılın başlarında daha organize bir biçimde Assur’un kontrolünde gelişmiştir.
Eski Assur kralları, Anadolu’daki yerli beylerle anlaşarak güvenli ticaret için uygun ortam oluşturmuşlardır. MÖ 1950-1750 yılları arasında gerçekleşen örgütlü ticaret iki bölgeyi kültürel olarak daha da yakınlaştırmıştır. Anadolu’daki en önemli ticaret merkezi yerel bir beyin denetimindeki Kayseri/ Kültepe (Kaniş/Neşa) idi. Burada, Assurlu tüccarların evleri ve dükkânlarını da içine alan büyük bir pazar yeri (karum) oluşturulmuştu. Kültepe’de çoğu Assurlu tüccarların ticari yazışmaları-nın belgeleri olan yirmi binin üzerinde çivi yazılı tablet günümüze ulaşmıştır. Bunlar Anadolu’da tarihi sürecin başlangıcına işaret eden en eski yazılı belgelerdir. Bu ticarete ikinci binyıl boyunca Mezopotamya’da varlığını koruyan bütün kentlerin bir şekilde katıldığı anlaşılmaktadır. Ana yollar üzerindekiler ise kervanlara sundukları hizmetlerden aldıkları pay nedeniyle oldukça zenginleşmişlerdir.
Tarihleme
MÖ ikinci binyılda özellikle Babil ve Assur ülkesinde kayıt sisteminin gelişerek devam ettiği görülür. Bu devletlerin özellikle başkentlerindeki tapınaklarda ve saraylarda ihtiyaç duydukları yazıcı sınıfını yetiştirmek için geleneksel eğitim sistemi devam etmektedir. Devlet bürokrasisinde yazıcılık ayrıcalıklı bir sınıf oluşturmuştur. Yazıcıların bir bölümü bu dönemde tapınak ve saray dışındaki alanlarda hizmet vermekte ve bu yolla geçimlerini sağlamaktaydılar. Özellikle ticari yazışmaların belli kâtipler kiralanarak yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Eski Assur Krallığı’nın ekonomik ve siyasal anlamda güçlenmesi, kayıt sistemindeki gelişmeler belli standartların oluşturulmasına zemin hazırlamıştır. Tutulan kayıtlara tarih koyulmaya başlanması bu sürecin ürünüdür. Bu dönemde uygulanmaya başlayan sistemde, her yıl seçilen bir yüksek devlet görevlisi limmu olarak tayin edilir ve yıla onun adı verilirdi. Görevli limmular bir listede alt alta yazılarak kayıt altına alınırdı. Geçmiş yıllardan söz edilirken “filanın limmu senesinde” biçiminde tarih düşülüyordu. Bu sistem Mezopotamya’da III. Ur Sülalesi döneminde de uygulanmıştı.
Orta Assur döneminde başlatılan yıllık (annal) yazma geleneğinde de tarihler limular esas alınarak verilmiştir. Yıllıklar, kralların hayatları boyunca yaptıkları işleri bir tablet veya stel üzerinde arka arkaya anlatan yazıtlardır. Burada limular yanında ikinci bir tarihleme sistemi daha uygulanmıştır. Her yılın olayları “krallığımın şu yılında filanın limu olduğu zaman” diye başlamaktadır. Bu yazıtlar Assur krallarının yaptıkları seferleri izledikleri yolları, konakladıkları yerleri, ele geçirdikleri ganimetleri, tasarladıkları büyük projeleri kronolojik bir biçimde izleme olanağı verir. Anallar bütünüyle kralı yüceltmek amacıyla yazılmışlardır ve yalnızca başarı-lardan söz eder. Hiçbir anal başarısızlıktan ve yenilgiden söz etmez.
Güney Mezopotamya’da Babil ülkesinde ise, yılın en önemli olayı tarihlemeler-de kullanılıyordu. Belgelerde bir olaydan söz edilirken örneğin “Mari’nin yıkıldığı yıl” gibi tarih düşülüyordu. Yazılı belgelerde geçen bu türde tarihlemeler, bölgenin tarihi açısından önemli olayların birçok belgeye not edilmesini sağlamıştır.
Devlet Yönetimi ve Kanunlar
Mezopotamya’da MÖ ikinci binyılda birçok krallıkta geleneksel örfi uygulamaların ve kanunların yazılı hale getirilmesi devam etmiştir. Bunlardan bazıları bu dönemde ortaya çıkan toplumsal problemlere çözüm bulmak amacıyla yapılan ve geleneksel uygulamaları aşan reform niteliğinde düzenlemelerdir. Gelişen kentlerde karmaşık hale gelen ilişkiler bu tür düzenlemeleri zorunlu hale getirmekteydi. MÖ ikinci binyılın başlarında, Babil’in güneyinde öne çıkan İsin kenti krallarından Li-pit-İştar’ın (MÖ 1934-1924) yazdırdığı kanunlar bu dönemde yapılanlar ve reform olarak değerlendirilen maddeler içerir. Bu kanunlar genellikle miras, kiralama ve köle edinme gibi konuları kapsamaktadır.
Mezopotamya’da özellikle Sami kökenli toplumlarda düzenin nasıl sağlandığı, toplumsal sınışarın kimlerden oluştuğu, hangi suça ne tür cezalar verildiği konusunda en ayrıntılı bilgiler ise Eski Babil kralı Hammurabi’nin yazdırdığı kanunlardan öğrenmekteyiz. Hammurabi’yi tanrı fiamaş’ın huzurunda gösteren stel Sippar kentine dikmiştir. Kanunların yazı ile tespiti halkın kendi haklarından haberdar olması anlamına gelmemektedir. Çünkü Eskiçağ’da okuma yazma, oldukça sınırlı sayıda üyesi olan yazıcı sınıfı ile sınırlıydı. Bu tür steller, kralların kendilerini yüceltmek için, tanrı adına ülkeyi yönettikleri mesajını halka ulaştırmak için oldukça sık başvurulan bir yöntem idi.
Tanrı huzurunda, ona saygılarını sunarken gösterilen Hammurabi, yalnızca bir kral değil, toplumu ilgilendiren bütün problemlere müdahale eden davalara bakan bir yöneticiydi. Stelinde kendisini tanrı adına ülkesini yöneten, adil ve insancıl bir hükümdar olarak tanıtır. Zayışarın ve öksüzlerin koruyucusudur.
Eski Babil döneminde kral aynı zamanda tapınağın ve tanrının başrahibi olarak tanımlanır. Bu dönemde gelişen ticaret, zengin bir tüccar sınıfının oluşmasına da zemin hazırlamıştır. Ticarette yaygın ödeme aracı gümüştü. Kredi alışverişi ve tefecilik de yapıldığı bilinmektedir. Ancak bu uygulamalar, ağır olan faizleri ödeyemeyenleri köle konumuna düşürürdü. Sümer kralları gibi, Hammurabi de bu duruma düşen yurttaşlarını kurtarmak için yasal önlemler almış ve borç yüzünden köle olanları affetmekle övünmüştür.
Hammurabi ve Tanrı fiamaş’ın kabartmasının altında 282 maddeden oluşan yasalar sıralanmıştır. Babil’de en çok karşılaşılan suçlar ve bunların karşılığında hangi cezanın verileceğini belirten maddeler genel olarak ticaret, tarım, aile, kölelik, ahlak dışı davranışlarla ilgilidir. Yazılış biçimi, “eğer şu yapılırsa şu ceza verilir” biçimindedir.
Hammurabi Yasaları’nın birkaçı şu biçimdedir: “Eğer bir kişi bir başkasını ölüm cezası gerektirecek bir suçla itham eder ancak kanıtlamazsa suçlayan kişi ölüm cezasına çarptırılır. Eğer bir kişi hırsızlık yapar ve yakalanırsa o kişi ölüme mahkûm edilir. Eğer bir avilum bir muşkenumun gözünü çıkarır veya kemiğini kırarsa bir gümüş mina öder. Eğer bir inşaatçı bir avilum için yaptığı evi dayanıklı yapmaz ve ev çöküp sahibi ölürse, inşaatçıya ölüm cezası verilir. Eğer ev sahibinin oğlunun ölümüne neden olmuşsa inşaatçının oğlu öldürülür” (Tosun-Yalvaç 1975).
Bu yasalar, Ortadoğu’da günümüze kadar varlığını koruyan “dişe diş, göze göz” olarak değerlendirilen ve suçu işleyene, aynı ağırlıkta ceza öngören ağır düzenlemelerdir. Ancak ayrıcalıklı sınışarın olduğu, ağır cezaların daha çok alt sınıftan insanlara verildiği görülür. Örneğin özgür yurttaş olarak tanımlanan avilum daha alt sınıftan birine, yani bir muşkenuma zarar verirse ceza olarak belli miktarda gümüş ödeyerek kurtulabilirdi. Ancak alt sınıftan biri üst sınıftan birine karşı suç işlerse “göze göz” esasına göre karşılık bulurdu.
Eski Mezopotamya’da toplum birçok sınıftan oluşmaktaydı. Devlet görevlileri, tapınaklarda çalışan rahipler ve yardımcıları, tüccarlar, yazıcılar, kentin yerlileri, dı-şarıdan gelenler ve köleler gibi. Özgür yurttaşlar “avilum”, kentte yaşayan ancak belli dereceye kadar hakları olanlar “muşkenum”, köleler ise “vardum” olarak adlandırılıyordu. Eski Mezopotamya’da köle, bütün hakları elinden alınmış kişi demek değildi. Borçlarının karşılığını ödemek için geçici bir süre köle olarak çalıştı-rılanlar, savaş esirleri bu sınıftandı.
Babil ve çevresinde Kassit egemenliğinden sonra da bu düzenlemelerin genel olarak devam ettiği anlaşılmaktadır. MÖ ikinci binyılın ikinci yarısında Kassitlere özgü olan ve kudurru adı verilen sınır taşları ülke yönetimi konusunda bilgi verir. Anlaşıldığı kadarıyla eyaletlerde, şaknu (yönetici) olarak adlandırılan valiler bulunmaktaydı.
Mezopotamya’da Sami kökenli krallıkların uyguladığı yasalar, köklü gelenekleri yansıtmakta ve birçok ortak yönleri bulunmaktaydı. Bunlardan bir bölümü kralların fermanları olarak düzenlenmiş, bir bölümü ise steller ve kil tabletler üzerine çivi yazısı ile yazılmıştır. Kuzey Mezopotamya’da egemen olan Orta Assur Krallı-ğı’ndan günümüze ulaşan yasa metinleri de bu kapsamdadır. Burada Sami kökenli toplumlarda kadının durumu konusuna ışık tutacak düzenlemeler vardır. Kadın sosyal yaşamda önce babası, evlendikten sonra da kocasının gözetimi altındaydı. Orta Assur kanunlarına göre koca eğer savaşta esir alınmışsa kadın en az iki yıl onu beklemek durumundaydı. Evlendikten sonra bile eski kocası gelirse ona dönmek zorundaydı. Kadına verilen cezalar da oldukça ağırdı: Eğer bir kadın hırsızlık yaparken yakalanırsa ya kocası tarafından kulakları, ya da mağdur tarafından burnu kesilirdi. Evli bir kadın yalnız başına dışarıya ancak başını örterek çıkabilirdi. Evli olmayan kadın, köle ve fahişeler başlarını bağlayamaz, bağlarlarsa dayakla cezalandırılırdı.
- Kudurru: Güney Mezopotamya’da Babil ve çevresinde MÖ ikinci bin yılın ikinci yarısında Kassit döneminin sonlarında sınır bölgelerinde dikilen steller. Üzerlerinde kutsal semboller ve yazıt bulunan kudurrular yaygınlaşmış ve birinci bin yılda da yapımları sürdürülmüştür.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.