Osmanlı-Memlûklü Münasebetleri ve Fâtih’in Ölümü

30 Nisan 2014 tarihinde tarafından eklendi.

Osmanlı-Memlûklü Münasebetleri ve Fâtih’in Ölümü

Daha Sultan I. Murad zamanında başlayan ve Yıldırım Bayezid zamanında önemli bir gelişme gösteren Osmanlı-Memlûk münasebetleri, Osmanlıların Hristiyanlık alemine karşı giriştiği cihad ve gazalarda kazandıkları muvaffakiyetlerin bütün İslâm aleminde sevinç ve coşkunluklara sebep olması, Memlûklülerin de Osmanlılara olan alakasını artırmıştı. Nitekim İstanbul’un fethi haberini vermek üzere hediyelerle Mısır’a gönderilen Osmanlı elçisi Emin Cemaleddin Yusuf el-Kabûnî, Memlûklü sultanına padişahın mektubu ile esirler ve bazı hediyeler takdim etmiş ve iyi kabul görmüştü. Fâtih daha sonra fethettiği yerler için de Mısır’a zafernameler göndermiş ve karşılığında Memlûklü sultanlarının tebriknamelerini almıştı.

Ancak, zamanla, başlangıçtaki bu dostça ilişkilerin çeşitli sebeplerle bozulduğu görülmektedir. Karamanoğullarının sebep olduğu bazı hadiseler ile, bu devletin tamamiyle Osmanlılara ilhakından sonra Dulkadirlilerin sebebiyet verdikleri bir kısım olaylar, iki devleti karşı karşıya getirmiştir. Memlûklü sultanlarının, Osmanlılara karşı Akkoyunluları ve Karamanlıları himaye etmesi, iki büyük Türk-İslâm devletinin aralarının açılmasına sebep oldu.

Ancak 1458’de hacca giden Fâtih’in hocası Molla Gürânî’nin, hacıların gidip gelirken çektikleri susuzluğu anlatması üzerine, Fâtih, bu güzergahtaki su kuyularını tamir ettirmek için bazı ustalar görevlendirdi. Ayrıca Mısır’ın naib ve hakimlerine birer mektup yazarak ustalara yardımcı olmalarını istedi.

Memlûklü sultanları Fâtih’in bu teşebbüsünü hoş karşılamadılar ve “Osmanoğlunun hiylesi vardır, kim gele bizim vilayetimizde bina ede, biz aciz miyiz kim bürkemizi ol meremmet ede!” diyerek, ustaları tahkir ile geri çevirmişlerdi. Bu arada, Osmanlılarla anlaşmazlık halinde bulunan Pir Ahmed de, Memlûklü sultanına gönderdiği mektubunda, “Osmanoğlu bürke bahanesine Mekke sultanına yüklerle flori gönderdi kim sana yağı oldu Osmanoğlu” yazmakta idi.

Fâtih Sultan Mehmed, Mısır yolunun güvenlik altında tutulması için Maraş ve Elbistan bölgesine hakim bulunan Dulkadirlilerin nüfuz altında tutulmasına inanmış idi. Ancak Memlûklüler duruma müdahale ettiler. Kendileri için ileride ciddi tehlike olacağına inandıkları Osmanlı devletine karşı mücadeleye hazırlanmaya başladılar. Trabzon seferinden zaferle dönen padişahı tebrik etmedikleri gibi, çeşitli defalar yapılan elçilik teatilerinde de ihtiram ve hitap usullerine riayetkar olmadılar. Memlûklülerin bu davranışlarına karşılık olarak da Fâtih, tahta yeni çıkan Hoşkadem’i tebrikten istinkaf etti (1467).

İhtilafta önemli bir mevkii bulunan Dulkadirli beyliği, bu tarihte iki devlet hududunda, Maraş ile Halep şehirleri arasında bir bölgeye yayılmış, Bozok Türkmenlerinin teşkil ettiği bir beylik idi. Beyliğin başında Fâtih’in kayınpederi olan Süleyman Bey vardı. Onun ölümü üzerine, ülkede kardeşler arasında taht mücadelesi başlamıştı. Yerine geçen Melik Arslan, Uzun Hasan saldırılarına karşı ülkesini şiddetle müdafaa etmiş ise de, sonunda yenilerek Harput’u Akkoyunlu hükümdarına terketmiş, yerine de kardeşi Şah Budak’ı bey yapmış idi. Türkmen ulusunun muhalefeti ile karşılaşan Şah Budak, Memlûklülere taraftar olmuştu. Bu durum karşısında Fâtih’e müracaat eden Bozoklar, İstanbul’da bulunan Şehsüvar Bey’in Osmanlı kuvvetleri ile ülkesine dönmesini sağlamışlardı. Böylece Osmanlı ve Memlûklü devletleri Dulkadirli toprakları üzerinde, birbirine rakip iki şehzadeyi desteklemek suretiyle ilk ciddi çatışmalara başlamış oluyorlardı.

Şehsüvar Bey, yanında bulunan Osmanlı kuvvetleri ile 1467’de Memlûklü kumandanı Berdi Bey’i, 1468’de Sultan Kayıtbay’ın Emin Kulaksız emrinde gönderdiği kuvvetleri peşpeşe mağlup etti. Memlûklülerin elinden Darende’yi de alan Şehsüvar Bey, Emin Özbek ile işbirliği yapan Üçokları da mağlup ettikten sonra, durumunu iyice kuvvetlendirmiş ve bu başarılarından dolayı da “el-Melikü’l-Muzaffer” unvanını almıştı. Şehsüvar Bey’in, bu başarılarını müteakip Karamanlıları desteklemesi üzerine, Fâtih, yardımını kesince Dulkadirli kuvvetleri 1471’de Antep’te Memlûklü kuvvetlerine mağlup oldu. Daha sonra Ceyhan nehri kenarında ikinci sefer mağlup olup Zamantı kalesine sığman Şehsüvar Bey, Memlûklülerin tabii ve devletinin hükümdarı olacağı va’di ile teslim olmasına rağmen Kahire’ye götürülerek idam olundu.

Memlûklülerin, yanlarında firari vaziyette bulunan Şah Budak Bey’i yeniden Dulkadirli beyliğine göndermeleri Fâtih’i kızdırmıştı. Bunun üzerine Fâtih de, Bozok beyleriyle birlikte kendisine iltica etmiş bulunan Alaüddevle Bozkurt Bey’i Osmanlı kuvvetleri ile Dulkadirli ülkesine gönderdi ise de, Bozkurt Bey, Memlûklü kuvvetlerine mağlup oldu. Yakalanan Osmanlı askerleri Kahire’ye götürüldü ve kesik başları ile çevgan (pola) oyunu oynandı. Bu hakaret keyfiyeti de Fâtih Sultan Mehmed’e pek fena tesir etti. Mısır üzerine   yapacağı   seferin   hazırlıklarına   başlayan   padişah, Alaüddevle Bozkurt Bey’i tekrar Dulkadirli ülkesine gönderdi ve askerî bakımdan onu takviye etti. Bu son durum üzerine, Osmanlı donanmasından çekinen Kayıt, İskenderiye limanını takviyeye başladı. Osmanlı padişahı da 29 Nisan 1481 günü, otağını Üsküdar’a kurdurup askerin hazır olmasını emretti.

Çıktığı seferlerdeki en kalabalık orduyu toplayan ve 29 Nisan günü bir at arabasına binerek hareket eden padişah, hastalığı yüzünden güçlükle ilerlemekte idi. 4 günlük bir yolculuktan sonra, Gebze yakınlarında bulunan Hünkâr Çayırı’na (veya Tekfur Çayırı) geldiği zaman, hastalığı birdenbire arttı. Nihayet 4 Rebîülevvel 886 (3 Mayıs 1481) tarihinde, ikindi vakti vefat etti. Öldüğünde 50 yaşında olup hastalığı nikris (goutte) idi. Bu hastalık Osmanlı hanedanının müzmin bir hastalığı idi.

Fâtih’in ölümü, bazı kaynaklarda 300.000 kişilik olduğundan bahsedildiği orduda yayılması, pek çok karışıklıklara sebep olacağı için, belli edilmedi. Vezir-i âzam Karamânî Mehmed Paşa bir dizi tedbir aldı. Amasya ve Konya’da bulunan şehzade Bayezid’le şehzade Cem’e aynı anda haber gönderdi. Padişahın cesedi tahnit edilip Topkapı Sarayı’na getirilerek 18 gün bekletildi. 21 Mayıs’ta Bayezid’in İstanbul’a gelip oğlu Korkut’tan 22 Mayıs’ta saltanat mührünü almasından sonra, ilk iş olarak babasının cenazesinin kaldırılması ile meşgul oldu. Cenaze namazını Şeyh Muslihiddin Vefa kıldırdı. Bayezid babasının tabutunu vezirlerle birlikte bir süre taşıdı. Kuyrukları kesmiş ve eyerleri tersine çevrilmiş atlar, cenazesinin önü sıra yürüdüler. Yaptırdığı camiin hazîresindeki türbesine defnedilen Fâtih’in sarığı ile kırılmış yayları da tabutunun üzerine konulmuştur.

Fâtih Sultan Mehmed’in normal şekilde vefat etmediğine ve zehirlendiğine dair bir kısım iddia ve kasıtlı bilgiler bazı tarihî eserlerde ve son devir neşriyatında yer almış bulunmaktadır. Bilhassa J. Babinger’in neşrettiği bir makalede yer alan bu iddia, sayın hocamız Prof. Dr. Şehabettin Tekindağ’ın Tarih Dergisi’nin 21. sayısında yayımlanan “Fâtih’in Ölümü Meselesi” adlı makalesinde, teferruatıyla incelenmiştir. Bu kabil iddiaların mesnetsiz olduğu, hem o devrin kaynaklarına, hem de daha sonraki neşriyata dayandırılarak ortaya konulmuştur.

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Şu Sayfamız Çok Beğenildi
Tarih Sınavda Çıkacak Konular