Yeni Assur ve Babil Uygarlıklarında Din (Mezapotamyada Siyasal Değişim-Kültürel Devamlılık)

18 Temmuz 2014 tarihinde tarafından eklendi.

Mezopotamya toplumlarının Sümerlerden itibaren oluşmaya başlayan ortak hafızalarında din oldukça önemli bir yere sahipti. Bu ortak bellek, birkaç bin yıl boyunca anlatılan mitolojik öyküler, ilahiler ve kasidelerle beslenmişti. Mezopotamya devletlerinden her birinin ayrı baştanrısı olmakla birlikte toplum ve devlet Sümer, Akkad ve Babil’in önemli tanrılarına saygı gösterirdi. Kral, tanrıların saygınlığını korumak ve yüceltmekle görevliydi. Tapınakları onartmak ve yeni tapınaklar inşa etmek de onun sorumluluğundaydı. Bu mekânlara atanan görevliler ve hizmetliler onun himayesi altındaydı. Tapınaklara zengin hediyeler sunmak ve belirli dönemlerde kurban kesmek, toplumsal saygınlık açısından yerine getirilmesi zorunlu görevlerdi.
DinAssur ülkesinin baştanrısı Assur idi. Diğer tanrılar arasında savaş tanrısı Ninurta, aşk tanrıçası İştar, güneş ve adalet tanrısı Şamaş, ay tanrısı Sin ve fırtına tanrısı Adad büyük saygı görmekteydi. Bunlar için yapılan tapınaklar kentlerdeki önemli yapılar arasında idi. Bunların dışında da adına dualar okunan, adaklarda bulunulan pek çok tanrı, tanrıça ve kutsal varlığa inanılırdı.
Mezopotamya toplumu kehanetlere de inanmaktaydı.

Tapınak görevlileri ve kâhinlerin gelecek hakkında söyledikleri önemsenmekteydi. Tanrıların çeşitli yollarla gelecek hakkında mesaj gönderdiği ve kâhinlerin bu mesajları okuduğu varsayılırdı. Kâhinler bunu kurban edilen hayvanların iç organlarına, ciğerlerine ve yıldızların hareketlerine bakarak yaparlardı. Gelecekte meydana gelecek kötülüklerden ve yapılmış büyülerden korunmak için çeşitli yöntemler uygulanırdı.

Assur kralları zaman zaman kâhinlere danışarak gelecekleriyle ilgili kehanetler isterlerdi. Eğer başlarına bir kötülük geleceğine ilişkin işaretler alırlarsa bundan korunmak için tahta bir süreliğine “vekil kral” oturtulur ve kötülüğün onu etkilemesi beklenirdi. Assur krallarından Esarhaddon döneminde en az altı, Aşurbanipal zamanında ise iki kez krallık tahtına bu gerekçeyle sahte bir kral (vekil kral) getirilmiştir.
Babil, Sümer ülkesine daha yakın olması nedeniyle yalnızca bu kentte yaşayanlar tarafından değil bütün Mezopotamyalılar tarafından kutsal kabul edilen mekânlara sahipti. Kentte bin kadar tapınağın varlığına ilişkin kayıtlar kutsallığın göstergesi olarak kabul edilir. Babil’in baştanrısı Marduk idi. Sümerlerin birçok tanrısının önemli özelliği bu tanrının adı altında birleştirilmişti. Kentteki önemli bütün törenlerde kral, baştanrı Marduk heykeline hediyeler sunar ve onunla birlikte tören alayına katılırdı.

Babil’in en ünlü bayram kutlamalarından biri Mart ayının ikinci yarısında başlayan yeni yılın gelişi dolayısıyla yapılırdı. Günümüzdeki Nevruzun atası olabilecek bu bayram Babil’de on bir gün boyunca kutlanırdı. Baştanrı Marduk’u simgeleyen heykel alınarak kral ve diğer bütün devlet erkânı İştar Kapısı’ndan geçit yoluna girer ve bu tören için inşa edilmiş Akitu Tapınağı’na giderlerdi. Kral, tapınağa büyük armağanlar sunardı. Dindar kral Nabonidus’un bir tören sırasında yaklaşık yüz elli kg altın ve üç ton kadar da gümüş verdiği kaydedilmiştir. Bu kutlamalara çevre kentlerden ve devletlerden davetliler de katılırdı.

Babil’deki tapınaklarda yazıcılar, binlerce yıldan beri Mezopotamya toplumlarının bildiği dini ve edebi metinleri öğrenir ve kopyalarını yaparlardı. Tapınaklarda kehanet ve bilicilik de okutulurdu. Babil bu bağlamda Eski Mezopotamya’nın danışılan büyük kâhinlerine sahip merkezlerin başında gelmekteydi. Assur’da olduğu gibi kâhinler kralların vazgeçilmez danışmanları konumundaydılar. Seferlere çıkmadan mutlaka kâhinlere danışılır ve onlardan alınan mesajlara göre hareket edilirdi. Babil ve çevresindeki birçok kentte yıldızlarınhareketlerine duyulan ilginin temel nedeni gelecekle ilgili kehanette bulunabilmekti.

Mezopotamya da Siyasal Değişim ve Kültürel Devamlılık

Daha önceden belirttiğimiz gibi Mezopotamya’da kurulan hemen hemen bütün devletler, bu coğrafyaya göç ederek yerleşmiş, buradaki geleneksel yapıyı tanımış ve bir şekilde Mezopotamyalı olmuş toplumlar tarafından kurulmuştu. Mezopotamya bütün olarak  yabancı bir siyasal gücün egemenliğine girmemiştir. Bu nedenle MÖ dördüncü binyılda gelişen kentler ve tapınaklar başta olmak üzere köklü kurumlar binlerce yılda yeni kurulanlarla birlikte gelişerek birikimlerini sonraki dönemlere aktarmışlardır. Bu yerleşik kültür sayesinde çivi yazısı geleneği üç bin yıla yakın bir süre devam etmiştir. Sümerce dualar, bu uygarlığın ortadan kalkmasıdan binlerce yıl sonrada  aynı dilde tekrarlanmıştır.

Yeni Babil Krallığı en güçlü olduğu dönemde Persler tarafından tarih sahnesinden kaldırılınca Mezopotamya ilk kez bütünüyle yabancı bir gücün egemenliği altıa girmiştir. Dengeleri değiştiren gelişmeler, Medler gibi HintAvrupa kökenli bir toplum olan Perslerin güçlenerek İran’da iktidarı ele geçirmesiyle başlamıştır. Perslerin ilk büyük kralı Kyros (550-530) Med sarayını ve yönetimini devraldıktan sonra Anadoluya yerleşmiştir. Persler, MÖ 547 yılında Lidya kralı Kroisos’u yenerek başkenti Sardeis’i tahrip etmiş ve Anadolu’nun büyük bölümüne egemen olmuştur. Bundan sonraki süreçte Pers  Yunan savaşları başlamış ve oldukça uzun süre devam etmiştir.

Persler bu dönemde Anadolu’dan aldıkları vergilerle İran’daki başkentlerini görkemli birer kente dönüştürmüşlerdir. Bilinen dünyanın egemeni olma iddiasındaki Persler MÖ 539 yılında Babil’i, II. Kambyses (529-522) döneminde de Mısır’ı ele geçirmişlerdir. Önasya’da yeni bir süreç başlamıştır.Persler, dışarıdan gelen bir güç olmakla birlikte, çok uzak olmadıkları için bölgeyi tanımaktaydılar. Mezopotamya ve çevresindeki köklü tapınaklara ve kült merkezlerine saygı gösterdiler. Tapınaklardaki okullarda çiviyazısı kullanılması bu dönemde de devam etmiştir. Ancak alfabe yazısının daha kolay olması nedeniyle Aramice yaygınlaşarak ortak dil haline dönüşmüştür. Aramicenin Sami kökenli olması, Mezopotamya toplumları arasındaki kültürel ilişkilerin devam etmesine ve geleneklerin aktarılmasına katkıda bulunmuştur.

Eski Mezopotamya, insanoğlunun uygarlaşma sürecindeki en önemli adımların atıldığı, kırılma süreçlerinin yaşandığı bir bölgedir. Buzul Çağı’nın arkasından Neolitik dönemde tarım, hayvancılık, yerleşik yaşam, çanak çömlek üretimi, tapınak inşası gibi ilk adımlar Kuzey Mezopotamya ve Doğu Akdeniz kıyılarında atılmıştır. Bu adımlar milyonlarca yıl doğanın sunduklarıyla yetinen insanın üretim aşamasına geçişini sağlamıştır. Yerleşik yaşamın başlaması insanın kazanımlarını ve tecrübelerini sonraki nesillere aktarmasını kolaylaştırmış ve gelişmesini hızlandırmıştır.

İkinci önemli kırılma süreci Uruk Dönemi’nde gerçekleşmiştir. Bu dönemde Güney Mezopotamya’da kentleşme ile birlikte sulu tarım, teknoloji, mimari, sanat ve uluslar arası ticaret gelişmiş, en önemlisi de yazı ortaya çıkmıştır. Bu adım tarihi süreci başlatan önemli bir dönüm noktası olmuştur.Üçüncü değişim ve dönüşüm süreci olarak değerlendirebileceğimiz Demir Çağı’nda tek tanrılı bir dinin Doğu Akdeniz kıyılarında ortaya çıkışı, uzun sürede etkilerini gösterecek yeni bir başlangıçtır.

Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarıyla yakın ilişkisi olan bir bölgede ortaya çıkan bu yeni dinin bazı mesajlarının Sümerlerden beri ortak belleklerde var olan “Yaradılış” ve “Tufan” gibi anlatılarla verilmiş olması köklü kültürün ağırlığı olarak algılanabilir. Demir Çağı’nda ortaya çıkan birçok toplum günümüze kadar varlığını korumuş ve siyasal gelişmelerde önemli rol oynamıştır. Mezopotamya kültürü günümüzde de Ortadoğu toplumları arasında bir şekilde varlığını korumaktadır. Hammurabi yasalarındaki “kısasa kısas” yaklaşımı, Orta Assur yasalarındaki kadının örtünmesi ve erkeklerden sakınması uyarıları bu konuda örnek olarak verilebilir.

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Şu Sayfamız Çok Beğenildi
Çağdaş Dünya Tarihi Soru Cevap